PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

4.4. OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME HAREKETLERİ

4.4. OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME HAREKETLERİ

TARTIŞALIM
Fransız İhtilalinin Osmanlı Devleti'ndeki demokratikleşme sürecine etkileri neler olabilir?


Osmanlı Devleti'nde XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletle halk arasında irtibatı sağlayan âyan ve eşraf olarak anılan mahallî otoriteler ortaya çıkmıştır. Âyanlar, zamanla devletin içine düştüğü sıkıntılardan faydalanıp bulundukları bölgede güçlerini ve nüfuzlarını genişletmiştir. Bu durumdan rahatsız olan III. Selim, âyanları halka seçtirerek merkezî otoriteyi güçlendirmek istese de başarılı olamamıştır. Taşrada otoriteyi kuramayan devlet, bu yerel güçlerin varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Âyanların gerek kendi aralarında gerekse devletle yaptığı mücadeleler, sosyal yapıyı ve siyasi dengeleri bozmuştur. Bir âyan olan Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazam olmasıyla bu dengeler daha da değişmiştir.

YORUMLAYALIM
Alemdar Mustafa Paşa
III. Selim Dönemi’nde yapılan ve Nizam-ı Cedit diye adlandırılan yenilikler, Kabakçı Mustafa İsyanı'yla sona ermiştir. Yenilikçi devlet adamlarından bazıları isyancılardan canını kurtarmak için Ruscuk Âyanı Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınmıştır. Bu kişilerin etkisiyle Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim'i tahta çıkarmak amacıyla İstanbul'a hareket etmiştir. Sadrazam dâhil pek çok kişiyi yanına çeken Alemdar, sarayı kuşatınca Sultan IV. Mustafa, amcası III. Selim ve kardeşi Mahmud'un öldürülmesine izin vermiştir. III. Selim öldürülmüş ancak Şehzade Mahmud, Alemdar Mustafa Paşa tarafından, kurtarılmıştır. IV. Mustafa'yı tahttan indiren Alemdar, II. Mahmud'u tahta geçirmiş ve kendisi de sadrazam olmuştur.
Kemal Beydilli, "Alemdar Mustafa Paşa”, s.365'ten düzenlenmiştir.​
Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazam dâhil pek çok çevreden destek almasının sebepleri neler olabilir?


Sened-i İttifak


Alemdar Mustafa Paşa, II. Mahmud’un, tahta geçmesini sağlamış ve kendisi de sadrazam olarak padişahtan daha etkin bir konuma gelmiştir. Kendisi de bir âyan olan Alemdar Mustafa Paşa, ülkede düzenin sağlanması için devletle âyanların görüşmesi ve uzlaşması gerektiğini düşünmüştür. Bu amaçla Rumeli ve Anadolu'daki âyanlar İstanbul'a davet edilmiş fakat âyanlardan bazıları bu davete icabet etmemiştir. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa başkanlığında devlet görevlileri ile İstanbul'a gelen ayanlar arasında geniş katılımlı bir toplantı yapılmıştır. Müzakereler sonucunda 29 Eylül 1808'de bir sözleşme kaleme alınmıştır. Âyanlara birtakım hak ve imtiyazlar veren bu sözleşmeye Sened-i İttifak denilmiştir. II. Mahmud'un onaylamasıyla Sened-i İttifak resmen geçerli ve bağlayıcı siyasi bir belge niteliği kazanmıştır. Sened-i İttifak'ın onaylanmasından kısa süre sonra çıkan bir yeniçeri ayak- tanımasında sözleşmenin mimarı Alemdar Mustafa Paşa ölmüştür. Böylece Sened-i İttifak sahipsiz kalmış ve belgedeki şartlar uygulanamamıştır.

II. Mahmud, iktidarının ilk yıllarını merkez ve taşradaki siyasi dengeleri gözetmekle geçirmiştir. Ülkede otoritesi zayıflamış olan padişaha karşı İstanbul'da Yeniçeri Ocağı ile ulema; taşrada ise âyanlar olarak anılan mahallî güçler ön plana çıkmıştır. Siyasi rakiplerini aynı anda karşısına almaktan kaçınan II. Mahmud, zamanla âyanların etkinliğini ortadan kaldırmıştır. Sened-i İttifak; devrin siyasi aktörleri olan âyanların, mevcut kazanımlarını iktidar karşısında garanti altına alması olarak yorumlanabilir. Sened-i İttifak, her ne kadar uygulanamamış bir belge olsa da hukuki bakımdan padişahın yetkilerini kısıtlamış ve mutlak otoritesini sınırlandırmıştır. Araştırmacılardan bazıları, Sened-i İttifak'ı basit bir anayasa taslağı olarak Türkiye'deki anayasal hareketlerin başlangıcı kabul etmiştir.


ÖRNEK METİN
Magna Carta (Magna Karta) ve Sened-i İttifak
Sened-i İttifak, bir kısım araştırmacılar tarafından 1215'te İngiltere'de kral ile soylular arasında imzalanan Magna Carta'ya benzetilir. Ortaya çıkış biçimleri ve içerikleri bakımından bu iki belgenin aralarında bazı benzerliklerin bulunduğu söylenebilir ancak sonuçları bakımından belgelerin birbirine benzediğini ileri sürmek güçtür. Zira Magna Carta, İngiltere'de soyluların haklarını teminat altına alarak zamanla bu hakların, halka doğru genişlemesinin yolunu açmıştır. Oysa Sened-i İttifak için böyle bir durum söz konusu değildir. Ayrıca Magna Carta'da haklarını krala karşı korumak isteyen güçlü bir sosyal grup olarak soylular varken Sened-iİttifak'ta senedin içeriğindeki hakları benimseyen böyle bir taraf yoktur.
Ali Akyıldız, “Sened-i İttifak”, s.514'ten düzenlenmiştir.​


Tanzimat Fermanı

Taşrada âyanların etkisini azaltan merkezde de Yeniçeri Ocağı'nı kaldıran II. Mahmud, otoritesini güçlendirmiş ve 1830'lardan itibaren Osmanlı merkez teşkilatında köklü değişiklikler yapmıştır. II. Mahmud Dönemi'nde yapılan bu değişiklikler, bir bakıma Tanzimat Dönemi'nin temelini oluşturmuştur.

II. Mahmud Dönemi'nin sonlarına doğru, Mısır Meselesi tekrar ortaya çıkmıştır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa kuvvetlerinin, Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratmasının ardından II. Mahmud 1839'da vefat etmiş ve yerine oğlu Abdülmecid, tahta geçmiştir. Osmanlı Devleti'nin iç ve dış sorunlarla karşı karşıya kaldığı bu dönemde, içerde bütünlüğü sağlamak, devletin zayıflamasını engellemek ve Avrupa kamuoyunun desteğini kazanmak için daha kapsamlı yenilik hareketlerine ihtiyaç duyulmuştur.

Bu amaçla Sultan Abdülmecid'in emriyle Sadrazam Koca Hüsrev Paşa'nın başkanlığında Bâbıâli'de bir Meşveret Meclisi toplanmıştır. İlmiye mensupları ve bürokratların katıldığı bu mecliste kabul edilen ilkeler, padişah tarafından da onaylanmıştır. Bu ilkeler, Mustafa Reşid Paşa tarafından ilan edilecek olan Tanzimat Fermanı'nın da esasını oluşturmuştur. Bu süreçte Tanzimat Fermanı, tek başına Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanmamıştır. Ferman dış etkilerden ziyade Osmanlı Devleti'nin iç etkenlerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Tanzimat Fermanı’nda geçen “eski idare usulünü tamamen değiştiren bu iradenin dost devletlere duyurulması” ifadesi Osmanlı Devleti'nin, Mısır Meselesi'nin görüşüleceği Londra Konferansı'ndan önce Avrupalı devletlerin desteğini kazanma arzusunu da göstermiştir.

Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Reşid Paşa; Tanzimat Fermanı'nı 3 Kasım 1839'da Gülhane Meydanı'nda yüksek rütbeli devlet adamları, ulema, Rum ve Ermeni patrikleri, hahambaşı, esnaf temsilcileri ve sefirlerin de hazır bulunduğu bir törende okumuştur. Töreni Gülhane Kasrı'ndan izleyen Sultan Abdülmecid, ilan edilen hususlara uyacağına dair Hırka-i Şerif Dairesi'nde yemin etmiştir.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Tanzimat Fermanı'yla padişah, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ve bu olay anayasal rejim yolunda atılan ilk adım olmuştur. Ayrıca Tanzimat Fermanı, modernleşmeyi devlet siyaseti hâline getiren resmî bir belgedir.


Tanzimat Fermanı'nda; eskiden devletin güçlü, ülkenin mamur ve halkın refah içinde olduğu ancak son 150 yıldan beri bu durumun zaaf ve fakirliğe dönüştüğü ifade edilmiştir. Ardından gerekli tedbirlerin alınması hâlinde, devletin kısa sürede eski durumuna kavuşacağı belirtilerek bunun için hazırlanması gereken yeni kanunların esasından bahsedilmiştir.

Tanzimat Fermanı'nın önemli maddeleri şunlardır:

• Müslüman ve Hristiyan bütün tebaanın can güvenliği, mal, ırz ve namusu korunacaktır.

• Vergi, herkesin gücü oranında tahsil edilecektir.

• Askerlik tüm Osmanlı tebaası için zorunlu olacak ve askerlik süresi dört veya beş yıl olarak belirlenecektir.

• Hiç kimseye yargılanmadan ölüm cezası verilmeyecek, herkes malını mülkünü istediği gibi tasarruf edebilecektir.

• Ülkenin harap olmasına yol açan rüşveti önlemek amacıyla etkili bir kanun hazırlanacaktır.

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti'nde geleneksel yapıyı kökten sarsacak yenilikler getirmiştir. XIX. yüzyılda Sırpların özerklik kazanması, Yunanların bağımsız olması ve Rusya'nın Panslavizm politikasını sürdürmesi gibi gelişmeler, Osmanlı Devleti'ni zor durumda bırakmıştır. Bu nedenle Tanzimat Fermanı, milliyetçilik akımından etkilenen gayrimüslimlerin devletten ayrılmasını önlemek amacıyla ortaya atılmış ve müslim gayrimüslim eşitliğini esas alan bir Osmanlı milleti oluşturmayı hedeflemiştir.

Tebaanın kanun önünde eşitliğine dayanan Osmanlı birliği siyaseti, Tanzimat Devri'nin en önemli unsurlarından olmuş ve bu siyaset, Islahat Fermanında da devam etmiştir. 1876 Kanun-ı Esasi'de-ki; “Osmanlı Devleti tabiiyetindeki herkes hangi din ve mezhepten olursa olsun istisnasız Osmanlı tabir olunur" ifadesi de yine bu siyasetin Meşrutiyet Dönemi'ne yansımasıdır.

YORUMLAYALIM
Tanzimat’ın Dış Dünyada Yankıları
Tanzimat Fermanı dış kamuoyunda farklı tepkilerle karşılandı. İngiliz ve Fransız kamuoyunda olumlu karşılanan ferman, Avusturya ve Rusya tarafından olumsuz karşılandı. Tanzimat Fermanı'yla padişahın ve üst düzey yöneticilerin yetkilerinin sınırlandırıldığını gören Avusturya Başbakanı Prens Metternich, ülkesinde de benzer taleplerle karşılaşabileceği endişesiyle reformları eleştirdi. Rusya ise iç ve dış siyasette devlete güç katacağı ve İngiltere ile Fransa'nın Osmanlı Devleti üzerindeki etkinliklerini arttıracağı kaygısıyla yeni kararlara karşı olumsuz bir tavır takındı. Ali Akyıldız, “Tanzimat", s.3'ten düzenlenmiştir.
Tanzimat Fermanı'nın İngiltere ve Fransa tarafından olumlu karşılanmasının nedenleri neler olabilir?


Islahat Fermanı (1856)

Osmanlı Devleti, 3 Kasım 1839'da ilan ettiği Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ile bütün Osmanlı tebaasının kanun önünde eşit sayıldığını ve herkesin devletin güvencesi altında olduğunu açıklamıştır. Ancak Avrupalı devletler, bu fermanı yeterli bulmamış ve Osmanlı Devleti'nde Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bazı siyasi ve hukuki farklılıklar olduğunu ileri sürmüştür. Avrupalı devletlerin daha köklü reformlar yapılması talepleri sonucunda, Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahip olan Islahat Fermanı hazırlanmıştır. Islahat Fermanı'nda gayrimüslimlere, vatandaşlık hukuku açısından Müslümanlarla tam eşitlik sağlayan önemli haklar verilmiştir. Böylece Avrupalı devletlerin, Osmanlı'nın iç işlerine müdahalesi önlenmek istenmiştir. Islahat Fermanı'nın, Paris Antlaşması maddeleri arasında yer alması, bu fermanın siyasi nitelikli olduğunu göstermektedir.



Islahat Fermanı’nın Hazırlanışı

Osmanlı Ortodokslarını resmen himaye etmek isteyen Rusya, XIX. yüzyılda Kudüs ve çevresindeki kutsal yerler için Osmanlı Devleti'nden bazı taleplerde bulunmuştur. Ancak Rusların bu istekleri Osmanlı yönetimi tarafından reddedilmiştir. Kutsal Yerler Sorunu'yla başlayan Kırım Savaşı'nda Batılı devletler, Osmanlı Devleti'nin yanında yer almıştır.

Kırım Savaşı'nın çıkmasında, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ndeki Ortodoks Hristiyanlar üzerinde nüfuzunu artırmak istemesi etkili olmuştur. Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanların haklarının yeterince korunmadığını iddia eden Rusya'ya karşı Avrupalı Devletler, bu iddiayı boşa çıkarmak için girişimlerde bulunmuştur. Kırım Savaşı sürerken İngiltere, Fransa ve Avusturya, savaş sonrasında yapılacak antlaşma esaslarını görüşerek bazı kararlar almıştır. Bu kararlar arasında, Osmanlı Devleti'nin hükümranlık haklarını bozmayacak bir şekilde, Hristiyanların hak ve ayrıcalıklarım belirleyen bir ferman çıkarılması da yer almıştır. Osmanlı Devleti ise yapılan bu görüşmenin ve alınan kararların devletin iç işlerine karışmak anlamına geleceğini bildirmiştir. Bunu engellemek için barış görüşmelerinden önce Islahat Fermanı'nı ilan etmeyi uygun görmüştür.

Islahat Fermanı'nın hazırlanması için İstanbul'da İngiltere, Fransa ve Avusturya'nın elçilerinin de yer aldığı bir komisyon kurulmuştur. Bu devletler, Rusya'nın daha önce Osmanlı Devleti'nden Ortodoks Hristiyanları bahane ederek sağladığı hak ve ayrıcalıkları, kendileri için elde etmeyi amaçlamıştır. Ayrıca Avrupalı devletler, alınan kararların uygulanmasında da kendilerinin söz hakkına sahip olmasını istemiştir. Müzakereler sonrasında komisyon, yeni bir ıslahat programı hazırlamış ve bir beyanname şeklinde ilan edilmesine karar verilmiştir.

BİLİYOR MUSUNUZ?
İngiliz elçisi, ıslahat programının Paris Barış Antlaşması'nda yer almasını ve Avrupalı devletlerin garantisi altında olmasını istemiştir. Osmanlı Devleti bunu hükümranlık haklarına aykırı sayarak kesinlikle reddetmiştir. Bunun üzerine ıslahat programı, gayrimüslimlere padişahın kendi arzusu ile ayrıcalıklar verdiği zannını uyandırmak için bir ferman şeklinde ilan edilmiştir.
Islahat Fermanı, Paris Kongresi'nin başlamasından sonra İstanbul'da 18 Şubat 1856 tarihinde yabancı devlet temsilcilerinin de katıldığı bir törenle ilan edilmiştir.

Fermanın getirdiği önemli hususlar özetle şöyledir:
  • Tanzimat Fermanı kararları, bu fermanla yenilenecek ve uygulanması için gerekli önlemler alınacak.
  • Müslümanlar ile gayrimüslimler kanun önünde eşit olacak.
  • Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve verecekleri kararlar Bâbıâli tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek.
  • Hükûmetten izin almak şartıyla gayrimüslimler şehir ve kasabalarda bulunan kilise, manastır, mezarlık, okul, hastane gibi kurulularını tamir ettirebilecek veya yeniden yaptırabilecek.
  • Irk, din, dil farkı gözetilmeden hiçbir mezhep diğerine üstün sayılmayacak.
  • Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacak.
  • Devlet hizmetlerine, askerliğe ve okullara ayrım gözetmeksizin tüm tebaa kabul edilecek.
  • Bütün milletler okul açabilecek.
  • Cizye vergisi kaldırılacak, gayrimüslimler askerlik yapacak veya askerlik bedelini nakit olarak ödeyecek.
  • Tebaanın eşit ve serbest şekilde ticari ve ekonomik girişimlerde bulunabilmesi sağlanacak.
  • Mahkemeler herkese açık olacak, keyfî cezalar verilmeyecek.
  • Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki davaları görmek için karma mahkemeler kurulacak, gayrimüslimlerin şahitlikleri kabul edilecek ve herkes kendi inancına göre yemin edebilecek.
  • Yazışmalarda veya halkın ve memurların söyleminde gayrimüslimleri aşağılayan tabirler kullanılmayacak.
  • Yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde mülk sahibi olabilecek.
  • İltizam usulü kaldırılacak, bütün Osmanlı tebaası din ve mezhebi ne olursa olsun aynı vergiyi ödeyecek.

Islahat Fermanı'nın amacı Müslümanlar ile gayrimüslimlerin haklarını eşit hâle getirerek bütün toplulukları ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin kaynaştırmak ve böylece bir Osmanlı toplumu meydana getirmektir. Ancak Ferman, gayrimüslimlerin ayrıcalıklarını genişletmiş, Müslümanlar için ise yeni haklar getirmemiştir. Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerin baskısı karşısında, Müslüman olmayan toplumlara eşitlik tanıdığını resmen açıklamak zorunda kalmıştır. Bu fermanla gayrimüslimler üzerindeki nüfuzlarını artıran Avrupalı devletler; Osmanlı topraklarında siyasi, ekonomik, hukuki ve kültürel alanlarda yeni hak ve çıkarlar sağlamıştır.

Islahat Fermanı, Müslümanlar tarafından olumlu karşılanmadığı gibi kendilerine birtakım haklar tanınan gayrimüslimler tarafından da olumsuz karşılanmıştır. Örneğin fermandan önce devlet katında üstün sayılan Rumlar, Islahat Fermanı'yla diğer gayrimüslimlerle eşit hâle geldikleri için fermana karşı çıkmıştır. Osmanlı Devleti'nde yaşayan gayrimüslimlerin ruhban sınıfı ise kendi egemen konumu sarsıldığı için fermana tepki göstermiştir. Devlet içinde bu tepkilerle karşılanan Islahat Fermanı, uygulamada da birçok güçlükle karşılaşmıştır.

YORUMLAYALIM
Islahata Mecbur Kalmak
Tanzimat Fermanı, ülkenin içine düştüğü kötü durumdan kurtarılması için Osmanlı devlet adamları tarafından hazırlanmıştır. Islahat Fermanı ise yabancı devletlerin baskısı sonucunda düzenlenmiş ve ilan edilmiştir. Osmanlı Devleti bu Ferman'ı kendiliğinden ilan etmiş görünmekle sadece şekil yönünden hükümranlık şerefini kurtarmıştır. Aslında ise Hristiyan toplulukların korunması kararları, Avrupa devletlerinin eline geçmiştir. Nitekim bu tarihten sonra Paris Antlaşması'ndaki, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışılmayacak maddesine rağmen büyük devletler her fırsatta imparatorluğun iç işlerine karışmaya başlamış, bunlar da birçok iç ve dış olayın ve gelişmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ufuk Gülsoy, “Islahat Fermanı”, s.187'den düzenlenmiştir.
Avrupalı devletlerin, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahale etmek için kullandığı yollar nelerdir?


Kanun-ı Esasi

Osmanlı Devleti'nde padişahlar ve devlet adamları, devletin zayıflamasını engellemek amacıyla çeşitli dönemlerde pek çok yenilik yapmıştır. Bu yenilik hareketleri, Tanzimat Dönemi'nde hız kazanmış fakat devletin gerilemesine engel olamamıştır. Avrupa'da 1830 ve 1848 İhtilalleriyle mutlak monarşilerin yerini anayasal monarşilerin alması, bazı Osmanlı aydınlarında Osmanlı Devleti'nin de bu yönetime geçmesinin gerekli olduğu fikrini doğurmuştur.

“Yeni Osmanlılar” olarak bilinen aydınlar, Osmanlı Devleti'nin sadece meşruti yönetim ile kurtulabileceğine inanmıştır. Meşrutiyet yönetimine geçiş için devletin siyasi, sosyal ve hukuki yapısında bazı değişikliklerin yapılması zorunluluğu üzerinde de durulmuştur.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Tanzimat ile birlikte eğitim faaliyetlerinin artması ve basın-yayın hayatının gelişmesi sürecinde yetişen aydın sınıfına “Yeni Osmanlılar” denmiştir. Genç Osmanlılar adıyla da bilinen bu grup, genellikle bürokrat ve gazetecilerden oluşmuştur. 1860'lardan sonra örgütlü hâle gelmeye başlayan Yeni Osmanlılar, anayasanın kabulünü ve meşrutiyet yönetimine geçilmesi gerektiğini savunmuştur.

Osmanlı Devleti'nde Kanun-ı Esasi'nin kabulüyle I. Meşrutiyet Dönemi'nin başlamasını sağlayan gelişmeler, 10 Mayıs 1876’da ortaya çıkan öğrenci hareketiyle başlamıştır. Medrese öğrencilerinin bu hareketi, halktan da destek görmüş ve Sultan Abdülaziz önemli kademelere meşrutiyet yanlısı paşaları getirmek zorunda kalmıştır. Devlet kademelerinde önemli görevlere gelen meşrutiyet taraftarları, Sultan Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine Şehzade Murad'ı tahta geçirmiştir. Kısa süre sonra da V. Murad'ın yerine, meşrutiyeti ilan edeceği teminatını veren II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştır.

1876'da Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu iç ve dış sorunlar, bir anayasanın ilanını zorunlu kılmıştır. II. Abdülhamid, bu iş için Mithat Paşa başkanlığında bir komisyon kurulmasına izin vermiştir. Bu komisyon Fransa,

Belçika ve Prusya anayasalarından esinlenerek bir anayasa metni hazırlamış ve padişahın da katkılarıyla 119 maddelik Kanun-ı Esasi ortaya çıkmıştır.

1876 yılı Osmanlı Devleti'nde padişah değişikliklerinin olduğu, anayasa tasarısı ve ilanıyla ilgili şiddetli tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Aynı yıl, Balkanlar'da yaşanan bunalıma bir çözüm yolu bulmak için Avrupalı devletler ve Osmanlı temsilcilerinin katılımıyla Tersane Konferansı toplanmıştır. Osmanlı Devleti, Tersane Konferansının yapıldığı sırada 23 Aralık 1876 günü törenle Kanun-ı Esasi'yi ilan etmiştir.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Meşrutiyet yönetimi, padişahın yetkilerinin yasalarla sınırlandırılmasıdır. 1876'da Kanun-ı Esasi'nin ilanından, II. Abdülhamid’in meclisi tatil edip Kanun-ı Esasi'yi askıya aldığı 1878 yılına kadar geçen dönem Osmanlı tarihinde I. Meşrutiyet Dönemi olarak anılır.
Türk tarihinin bu ilk anayasasıyla Osmanlı Devleti'nde meşrutiyet yönetimine geçilmiştir. Kanun-ı Esasi'nin metni bastırılarak halka dağıtılmış ve halk meşrutiyeti büyük bir heyecanla karşılamıştır. İstanbul'un değişik yerlerinde top atışları yapılmış ve İstanbul'da büyük şenlikler düzenlenmiştir. Vilayetlere, sancaklara ve kazalara bir genelge gönderilerek Kanun-ı Esasi'nin ilan edildiği duyurulmuştur.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Kanun-ı Esasi'ye göre Osmanlı Genel Meclisi, üyelerini halkın seçtiği Mebusan Meclisi ve padişahın seçtiği Âyan Meclisi olmak üzere iki meclisten oluşmuştur. 19 Mart 1877'de ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı padişahın da katıldığı büyük bir törenle Dolmabahçe Sarayı'nda açılmıştır.

Kanun-ı Esasi hem dış sorunlara çare bulmayı hem de içeride bir değişimi hedeflemiştir. Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla Mısır Meselesi'nde, Islahat Fermanı'nın ilanıyla da Paris Konferansı'nda Batılı devletlerin desteğinin sağlanması amaçlanmıştır. Benzer şekilde Kanun-ı Esasi'nin ilanında da Tersane Konferansı'na katılan Avrupalı devletleri etkilemek amaçlanmıştır. Her ne kadar halkın desteği ve baskısı olmasa da Kanun-ı Esasi'nin ilanını bütünüyle dış sebeplere bağlamak da mümkün değildir. Tanzimat'la başlayan modernleşme sürecinin doğal bir devamı olan Kanun-ı Esasi'nin ilanında, Genç Osmanlıların halkın yönetime katılması düşüncesi etkili olmuştur.

Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyıldaki demokratikleşme faaliyetlerinde içerde ve dışardaki farklı kesimlerin talepleri etkili olmuştur. Örneğin Sened-i İttifak'ın imzalanmasında yerel siyasi aktörler olan âyanların, Tanzimat ve Islahat Fermanı ile Kanun-ı Esasi'nin ilanında ise ahalinin ve uluslararası güçlerin istekleri belirleyici olmuştur. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti gerek Tanzimat ve Islahat Fermanı gerekse Kanun-ı Esasi ile çıkardığı kanunlarla devlet-toplum ilişkisini iyileştirmek ve devletin Avrupa siyasi sistemine entegrasyonunu sağlamak istemiştir.

ÖRNEK METİN
Mecliste Tartışma
Osmanlı Devleti iç problemleriyle uğraşırken Rus baskısı da olabildiğince sürüyordu. Bu arada Ruslarla yapılacak bir antlaşmada İngilizlerin desteği alınmak istenmiştir. İngilizlerin Kıbrıs'ı istemeleri üzerine toplanan Meşveret Meclisindeki iki mebustan biri olan Astarcılar Kethüdası Ahmet Efendi, toplantıda ayağa kalkarak padişahın yüzüne karşı alışık olunmayan bir uslupla “Siz bizim fikrimizi pek geç soruyorsunuz, felaketin önünü almak mümkün olduğu zaman bize ciddi suretle müracaat etmeliydiniz" diyebilmiştir. Aynı mebus konuşmasının devamında “Meclis-i Mebusan kendi bilgisi dışında meydana gelmesine sebep olunan bir hâlden dolayı mesuliyeti asla kabul edemez" diyerek savaşın ağır yenilgisini, meclisin üzerine almayacağını açıkça ifade etmiştir. Padişahın yüzüne karşı böylesine sert bir üslup, o günün diplomasisinde alışık olunmayan bir durumdur.
Ahmet Oğuz, “Birinci Meşrutiyet Meclisi'nin Kapatılmasının Sonuçları Üzerine" s.41-68'den düzenlenmiştir.​


Anayasada vekillerin bütün Osmanlıları temsil etmesi yönündeki hüküm bir tarafa bırakılmış, vekiller mensup oldukları ırk veya dinin temsilcileri gibi davranmaya başlamıştır. Özellikle farklı unsurların hükümete karşı faaliyetleri, mecliste bir kargaşa ortamı oluşturmuştur. Padişah 13 Şubat 1878'de Kanun-i Esasi'nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak meclisi süresiz tatil etmiş ve otuz yıl sürecek olan II. Abdülhamid yönetimi başlamıştır.

Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerindeki Hukuksal Gelişmeler

Osmanlı Devleti'nde Tanzimat'la birlikte yeni bir dönem başlamış ve hukuk devleti olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Tanzimat Fermanı'nda Osmanlı Devleti'nin askerlik, vergi, yargı gibi temel meselelerinden bahsedilmiş ancak bu sorunların hâlledilmesiyle ilgili kanunların ayrıca çıkarılacağı ifade edilmiştir. Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde çıkarılan kanunlarda devlet ile toplum ilişkilerini düzenleme ve Avrupa kanunlarıyla entegrasyon düşüncesi etkili olmuştur. Osmanlı Devleti'nin bu dönemdeki hukuki ihtiyaçları da yasaların yapılmasında önemli rol oynamıştır. Tanzimat ve Islahat Fermanlarında ilan edilen hususların başında can, mal ve namus emniyeti gelmiş, bütün vatandaşlara eşit haklar öngörülmüştür. Bu gelişmeler nedeniyle Osmanlı Devleti yeni düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır.

Tanzimat Fermanı'nın uygulanması için 1840 yılında 40 maddelik ceza kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun çoban ile vezirin eşit tutulduğu bir anlayışla hazırlanmış ve bu kanunla merkezde sadrazamın, taşrada da valilerin keyfî uygulamalarına son verilmeye çalışılmıştır. Ceza kanunu, tekniği ve yöntemi bakımlarından Avrupa hukukundan yararlanılarak yapılmıştır.

1840 tarihli Ceza Kanunnamesi'nin eksiklikleri 1851'de Kanun-i Cedit ile giderilmeye çalışılmıştır. Bu kanunun en önemli yeniliği, kamu davası anlayışını getirmesi olmuştur. Böylece mağdur veya mirasçılar, suçluyu affetse bile devlet bunu kamu davası hâline getirip suçluyu cezalandırma yoluna gidebilmiştir. Yine Fransa kanunları örnek alınarak 1858'de daha kapsamlı bir Ceza Kanunnamesi ile 1870'te Askerî Ceza Kanunu oluşturulmuştur.

Osmanlı ticaret hukuku da Fransa kanunları örnek alınarak hazırlanmıştır. 26 Temmuz 1850'de oluşturulan Ticaret Kanunnamesi, özel hukuk alanında yapılan ilk kanundur. Bu kanuna yapılan ilavelerle birlikte Osmanlı Devleti'nde yeni ticaret mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemelerin yetkileri tüm ticari davaları kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Deniz ticareti hukuku ise Hollanda, Sicilya, Belçika ve Prusya kanunlarından da yararlanılarak 1863'te Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi adıyla hazırlanmıştır. Ancak Avrupa ve özellikle Fransız hukukundan yapılan uyarlamalar, faiz konusunda olduğu gibi zaman zaman İslam hukukuyla çatışmıştır.

Toprak hukuku alanında yapılan en önemli kanun, Arazi Kanunnamesi olup Ahmed Cevdet Paşa'nın başkanlığındaki bir heyet tarafından 1858 yılında hazırlanmıştır. Arazi Kanunnamesi, sistem bakımından Avrupa etkileri taşısa da içerik yönünden bu dönemde Mecelle ile birlikte meydana getirilen iki millî kanundan biridir.

Tanzimat Dönemi'nde, Fransız Medeni Kanun’u örnek alınarak bir Osmanlı medeni hukuku hazırlanması gündeme gelmiş ancak bazı devlet adamları buna karşı çıkmıştır. Bunun üzerine 1868'de Ahmed Cevdet Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından Mecelle hazırlanmıştır. Mecelle, Tanzimat Dönemi'nde hazırlanan en önemli ve millî kanun olup borçlar, eşya ve yargılama hukukuna dair bölümlerden oluşmuştur. Aile ve miras hukukuna yer verilmemiştir. Hanefi fıkhına göre hazırlanan Mecelle, toplam 16 kitap ve 1851 maddeden oluşmuştur.

1861'de Avrupa hukukundan esinlenilerek “Umur-i Maliyyeye Dair Nizamname” adıyla 68 maddelik bir mali kanun yayımlanmıştır. Bu nizamnameyle köy, kaza, sancak ve vilayetlerde devlet gelirlerinin tahsili ve harcanma biçimleri düzenlenmiştir.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Osmanlı Devleti'nde şeyhülislamın kontrolündeki eğitim işleri, 1846 yılında Meclis-i Maârif-i Umûmiyenin kurulmasıyla birlikte hükûmetin denetimine girmiştir. 1847 tarihli Tapu Nizamnamesi'yle kadın ve erkeğe mirasta eşit hak tanınmıştır. 1864'te uygulamaya konulan Vilayet Nizamnamesi ile taşra teşkilâtı düzenlenmiş ve aynı yıl Matbuat Nizamnamesi yayınlanmıştır.

Osmanlı Devleti'nde hukuksal gelişimin dönüm noktası, Kanun-ı Esasi'nin kabulüdür. Kanun-ı Esasi; siyasal rejimi belirlemiş, yetkilerin kullanımım tanımlamış, yönetenlerin sorumluluklarını belirleyip denetime tabi tutmuş ve yargılama açısından yenilikler getirmiştir.

  • Padişah kutsaldır ve icraatlarından dolayı sorumlu tutulamaz.
  • Vekillerin tayin ve azli, yabancı devletlerle sözleşme yapılması, savaş ve barış ilanı, kara ve deniz kuvvetlerinin kumandası, Meclis-i Umûminin toplanması ve tatili, Heyet-i Mebusan'ın feshi padişahın mutlak haklarındandır.
  • Matbuat, kanun dairesinde serbesttir.
  • Müsadere, angarya ve işkence yasaktır.
  • Sadrazam ve şeyhülislamı bizzat padişah belirler, sadrazamın belirleyeceği diğer vekiller ise padişah tarafından onaylanır.
  • Meclis-i Umumi üyeleri, düşünce ve beyanlarında özgürdür; meclisteki konuşmaları ve görüşleri için haklarında soruşturma açılamaz.
  • Kanun teklifi Heyet-i Vükela'ya aittir.
  • Kanun tasarıları Meclis-i Mebusan ile Meclis-i Âyanda kabul edilir ve padişah tarafından onaylanırsa kanunlaşır.
Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, s.19-43'ten düzenlenmiştir.​
Kanun-ı Esasi'de, padişaha geniş yetkiler verilmesi, ne gibi sonuçlar doğurmuş olabilir?


Bütün bu konularda padişahın geniş yetkilerinin bulunması, anayasayı etkisiz kılmış ve padişah Meclis-i Mebusan karşısındaki üstünlüğünü korumuştur. Ancak padişahın geleneksel otoritesi, anayasa ile az da olsa sınırlandırılmıştır. Meclis-i Mebusan üyelerinin seçimle gelecek olması da halkın idareye katılması için yeni bir adım olmuştur.

Meşrutiyetin ilanından sonraki yıllarda Kanun-ı Esasi'de yedi defa değişiklik yapılmıştır. II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra 21 Ağustos 1909'da yapılan değişiklikler, en köklü değişikliklerdir. 1909'daki değişikliklerden biri, padişahın mecliste anayasaya bağlılık yemini etmesi olmuştur. Bu dönemde hükûmetin, hükümdara değil Meclis-i Mebusana karşı sorumlu olması ve güvenoyu alma mecburiyeti gibi pek çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Ayrıca yabancı devletlerle antlaşmalar yapma konusunda meclisin yetkileri artırılmıştır. Bu düzenlemeyle 1876'da padişaha tanınan sürgün yetkisi başta olmak üzere bazı haklar kaldırılmıştır. Böylece daha özgürlükçü bir yapı ve gerçek parlamenter hükûmet modeli benimsenmiştir. Aynı dönemde, yeni bir madde ile toplanma ve dernek kurma hürriyeti getirilmiştir.


Osmanlı Devleti’nde Seçim

Kanun-ı Esasi'yi hazırlayan komisyonun üzerinde çalıştığı konulardan biri de seçimlerin yapılarak meclisin toplanmasını sağlamak olmuştur. Komisyon, meclisi oluşturacak üyelerin atamayla mı yoksa seçimle mi belirleneceği konusu üzerinde titizlikle durmuştur. Âyan Meclisi üyelerinin padişah tarafından tespit edilmesi, Mebusan Meclisi üyelerinin ise seçimle belirlenmesi kararlaştırılmıştır. Bu iki meclis Meclis-i Umûmiyi meydana getirmiştir. Mebusların halk tarafından seçilmesi, Türk tarihinde demokratikleşme yolunda atılan önemli bir adım olmuştur.

Kanun-ı Esası ye göre iki dereceli seçim yapılması gerekmektedir. Ancak meclisin bir an önce toplanabilmesi için daha kolay bir yol izlenmiştir. Buna göre kaza, sancak ve vilayet idare meclislerinde halk tarafından seçilmiş mevcut üyelerin, mebusları seçmeleri kararlaştırılmıştır. Bu sebeple ilk Osmanlı meclisinin mebusları genelde varlıklı ve nüfuzlu şahıslardan oluşmuştur.

Osmanlı Devleti'nde ilk kez yapılan seçimlere başkent İstanbul'da ayrı bir özen gösterilmiş ve âdeta gelecekte tasarlanan bir seçim modeli uygulanmıştır. Osmanlı toplumu seçim talimatlarına harfiyen uymuş ve seçimler sorunsuz bir şekilde yapılmıştır. Bu ilk seçimle Türk toplumu demokratikleşme yolunda önemli bir adım atmıştır.

İlk Osmanlı Meclis-i Umûmisi, 115'i Meclis-i Mebusan ve 26'sı da Meclis-i Âyandan olmak üzere 141 üyeyle 19 Mart 1877'de Dolmabahçe Sarayı'nda toplanmıştır. Meclisin açılış gününde tüm resmî daireler tatil edilmiş ve halk törene büyük ilgi göstermiştir.

ARAŞTIRALIM
I. Meşrutiyet Dönemi'nde gerçekleştirilen seçim sisteminin özelliklerini araştırıp bir sunu hazırlayınız ve sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız

Osmanlı toplumundaki gayrimüslim nüfus, Müslüman nüfusun yaklaşık dörtte biri kadardır. Buna rağmen mebuslar arasındaki orana bakıldığında gayrimüslim mebus sayısının, Müslüman mebus sayısına yakın olduğu görülmektedir. Bu durum temsil ilkesinin gerçekleşmesi konusunda Müslümanların aleyhine olmuştur. Meclis ilk dönem çalışmalarını 28 Haziran 1877'de tamamlamıştır.

Meclisin 13 Aralık 1877'de başlayan ikinci çalışma döneminde Osmanlı Devleti, Ruslara karşı 93 Harbi'nde ağır bir yenilgi almıştır. Bu dönemde mecliste, Müslüman ve gayrimüslim mebuslar arasındaki tartışmalar sertleşmiş ve bu şartlarda meclis çalışmalarının yararlı olmayacağı ortaya çıkmıştır. Bu gerekçelerle Sultan II. Abdülhamid 13 Şubat 1878'de meclisi süresiz tatil etmiş ve böylece Osmanlı Devleti mutlakiyetçi bir yönetime dönmüştür.

II. Meşrutiyet ve Siyasi Partiler

1908 yılında içerde ve dışarda gelişen olaylar üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti harekete geçmeye karar vermiştir. Aralarında Niyazi Bey, Enver Bey gibi ünlü subayların da bulunduğu askerî gruplar, 23 Temmuz 1908'de Sultan II. Abdülhamid’e Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koydurmayı başarmıştır. Böy-lece II. Meşrutiyet Dönemi başlamış ve otuz yıllık bir aradan sonra yeniden mebus seçimi yapılmıştır.

Seçim, I. Meşrutiyet’te olduğu gibi iki derecelidir. Bu sisteme göre önce seçmenler mebusları seçecek olan kişileri belirlemiş sonra da bu kişiler mebusları seçmiştir. Bu seçimlerde birden fazla oy kullanmayı engellemek için seçmenlerin nüfus cüzdanlarına kayıt düşülmüştür. Yapılan seçimlerde seçme yaşı 25, seçilebilme yaşı ise 30 olarak belirtilmiştir. 1908 seçimlerine İttihat ve Terakki Cemiyetiyle Ahrar Fırkası katılmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyetinin etkin olduğu II. Meşrutiyet Dönemi’ndeki ilk meclisi, 275 milletvekiliyle 17 Aralık 1908 tarihinde açılmıştır. Yeni rejime karşı çıkan 31 Mart Vakası’nın bastırılmasından sonra Sultan II. Abdülhamid tahttan indirilmiştir. Ardından II. Meşrutiyet Meclisi, 21 Ağustos 1909’da anayasa değişikliğini kabul etmiştir. Bu değişikliklerle siyasal örgütlenme ve toplantı hakkı tanınmış ve Türk demokrasi tarihinde gerçek anlamıyla siyasi partiler kurulmaya başlanmıştır. Böylece daha meşrutiyetçi bir yapı ve gerçek parlamenter hükümet modeli benimsenmiştir.

31 Mart Vakası’ndan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti özgürlükçü tavrından vazgeçmiştir. Bu durum İttihatçılara karşı muhalefetin gelişmesine neden olmuş ve yeni partiler kurulmaya başlanmıştır.

II. Meşrutiyet Dönemi’nde Trablusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı yaşanmıştır. Bu savaşların yanında göçler, isyanlar, siyasi çekişmeler ve toprak kayıpları gibi pek çok sosyal ve siyasi olay da meydana gelmiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen II. Meşrutiyet Dönemi’nde dört kez sandığa gidilmiştir. Yine bu dönemde farklı fikirleri savunan pek çok parti kurulmuştur. Hatta bazen çok farklı fikirlere sahip olan kişiler aynı parti çatısı altında bir araya gelmiştir. Meşrutiyet Dönemlerinde yapılan bu seçimler ve çok partili hayata geçiş denemeleri, Türk tarihinde demokratikleşme yolunda atılan önemli adımlar olmuştur.

II. Meşrutiyet Dönemi’nde Kurulan Siyasi Partiler

İttihat ve Terakki FırkasıAhrar FırkasıOsmanlı Demokrat Fırkası
İttihad-ı Muhammedi FırkasıMutedil Hürriyetperveran FırkasıIslahat-ı Esasiye Osmaniye Fırkası
Ahali FırkasıOsmanlı Sosyalist FırkasıHürriyet ve İtilaf Fırkası
Millî Meşrutiyet Fırkası


BİLİYOR MUSUNUZ?
1889’da kurulan İttihâd-ı Osmanî Cemiyeti, 1895’te İttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştır. 1909’da kendini parti olarak ilan eden İttihat Terakki Cemiyeti, 31 Mart Vakası’nın bastırılması ile güçlenmiştir. Bâb-ı Âli Baskını ile hükumeti tamamen ele alan parti Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devleti idare etmiştir.”


Üç Tarz-ı Siyaset

Avrupa'da ulus devlet, halk egemenliği, modernizm ve sekülerizm gibi gelişmeler; din ve töre temelli değerlerin yerine insan aklını ve bilimin ürünü olan değerlerin konulmasını sağlamıştır. Ulus devletler, kendi halklarını dil ve ülkü birliğine sahip bir “ulus” hâline getirmek ve “millî kültür” inşa etmek için çalışmıştır.

Ulus devlet modelinin öncüsü ve başarılı bir örneği olan Fransa, onlarca etnik grubu aynı dili konuşan ortak duygu ve düşüncelere sahip bir millet hâline getirmeyi başarmıştır. Bununla beraber XIX. yüzyılda Fransa'da; Panslavizm, Pangermanizm gibi pek çok ulusal akım ortaya çıkmıştır.

Avrupa'da yaşanan bu gelişmelerin Osmanlı Devleti'ne de yansımaları olmuştur. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında ülke parçalanmaya doğru giderken kötü gidişi önlemek amacıyla birtakım kurtuluş çareleri ortaya atılmıştır. Osmanlı Devleti'nde merkezî idarenin ve düşünce adamlarının, devletin dağılmasını önlemek için siyasi ve toplumsal birliği koruma çabaları, farklı fikir akımlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu fikir akımları Üç Tarz-ı Siyaset olarak bilinmektedir.

ÖRNEK METİN
Yusuf Akçura ve Üç Tarz-ı Siyaset
Yusuf Akçura, Türk siyasi hayatında “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesiyle meşhur olmuştur. 1904 yılında Mısır'da “Türk” isimli gazetede yayımlanan bu makale, Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edilmiştir. Akçura, bu makalesinde Osmanlı Devleti'nin eski gücüne tekrar kavuşabilmesi için Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olarak adlandırdığı üç ana düşünceyi incelemiştir. Üç Tarz-ı Siyaset'te Yusuf Akçura şu konular üzerinde durmuştur: Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek, İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak ve ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.
Yusuf Akçura, Üç Tarzı Siyaset, s.1-11'den düzenlenmiştir​
.​

Avrupa'da ulus devlet, halk egemenliği, modernizm ve sekülerizm gibi gelişmeler; din ve töre temelli değerlerin yerine insan aklını ve bilimin ürünü olan değerlerin konulmasını sağlamıştır. Ulus devletler, kendi halklarını dil ve ülkü birliğine sahip bir “ulus” hâline getirmek ve “millî kültür” inşa etmek için çalışmıştır.


Ulus devlet modelinin öncüsü ve başarılı bir örneği olan Fransa, onlarca etnik grubu aynı dili konuşan ortak duygu ve düşüncelere sahip bir millet hâline getirmeyi başarmıştır. Bununla beraber XIX. yüzyılda Fransa'da; Panslavizm, Pangermanizm gibi pek çok ulusal akım ortaya çıkmıştır.

Avrupa'da yaşanan bu gelişmelerin Osmanlı Devleti'ne de yansımaları olmuştur. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında ülke parçalanmaya doğru giderken kötü gidişi önlemek amacıyla birtakım kurtuluş çareleri ortaya atılmıştır. Osmanlı Devleti'nde merkezî idarenin ve düşünce adamlarının, devletin dağılmasını önlemek için siyasi ve toplumsal birliği koruma çabaları, farklı fikir akımlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu fikir akımları Üç Tarz-ı Siyaset olarak bilinmektedir.

Fransız İhtilali ve Napoleon Savaşları sonrasında yaygınlaşan milliyetçilik fikri, halkların yaşadıkları topraklar üzerinde kendi devletlerini kurmak için faaliyetlere girişmelerine neden olmuştur. Bu sebeple özellikle imparatorluklar, millî devletlere bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti'nde ise devletin parçalanma tehlikesi karşısında pek çok aydın, Osmanlıcılık fikrini savunmuştur.

Osmanlıcılık fikrine göre ırk, dil, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları; haklar ve ödevler bakımından eşit kabul edilmiştir. Böylece ortak bir vatan kavramı etrafında bir Osmanlı ulusunun oluşturulması amaçlanmıştır. Osmanlıcılık fikrinin oluşturulma amacı devleti parçalanmaktan kurtarmak ve mevcut sınırları korumak olmuştur. Akçura, Osmanlıcılık fikrinin Fransa'nın liberal milliyet anlayışına göre II. Mahmud Devri'nde başladığını belirtmiştir. Tanzimat Devri'nde güçlenen Osmanlıcılık söylemi, Balkan Savaşları esnasında yaşanan millî felaket ve Rumeli top- raklarının tamamının elden çıkması ile kesin olarak sona ermiştir. Namık Kemal , Ahmed Midhat Efendi ve Ziya Paşa gibi aydınlar Osmanlıcılık fikrinin önemli savunucularındandır.

İslamcılık, dünyadaki Müslümanlardan bir “İslam Birliği” meydana getirilmesi fikri ve eylemidir. Sultan Abdülaziz zamanında Osmanlıcılık fikrinin zayıflamaya başlamasıyla ortaya çıkan İslamcılık fikri, Avrupalılar tarafından Panislamizm olarak da adlandırılmıştır. Sultan II. Abdülhamid İslamcılığı fikirden eyleme dönüştürmüştür. Onun döneminde sarayda, toplum hayatında, eğitimde ve dış siyasette İslamcılığa önem verilmiştir. Ayrıca bu dönemde, diğer İslam devletlerinde de geniş bir İslamcılık propagandasına girişilmiştir. Dönemin şartları gereği toplumsal alanda dine, milletlerarası alanda da hilafete daha çok vurgu yapılmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın başında halife tarafından ilan edilen cihat çağrısı etkili olmamıştır. Bu savaş sırasında bazı Arap liderlerin Osmanlı'ya karşı İngilizlerin yanında yer alması, milliyetçilik fikri ve bağımsızlık düşüncesinin, İslamcılık fikrinin önüne geçtiğini göstermiştir. Sultan II. Abdülhamid ve ünlü şair Mehmet Akif Ersoy bu fikrin önemli savunucularıdır.

Türkçülük, Türk birliğini kurmayı hedef alan bir siyasi düşüncedir. Bu düşünceye göre önce Osmanlı Türklerinin, Türk olmadıkları hâlde Türkleşmiş olanların ve millî bilinçten yoksun olanların bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Daha sonra ise Asya kıtasıyla Doğu Avrupa'da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek büyük bir siyasal milliyet meydana getirilmesi amaçlanmıştır.

  • Milliyetçilik hareketinin Hristiyan tebaa arasında yayılması ve bunun sonucunda isyanların çıkması,
  • Türk olmayan Müslüman toplulukların Batılı devletlerin propagandalarıyla Osmanlı Devleti'nden ayrılmaya başlamaları,
  • Osmanlı'nın kaybettiği topraklardaki Müslümanların Anadolu'ya göç etmek zorunda kalması ve bu insanların karşı karşıya kaldıkları felaketlerin uyandırdığı tepki,
  • Avrupa'nın Türkler aleyhindeki propagandaları,
  • Avrupa'ya giden Türk aydınlarının, Avrupalıların Türkler hakkındaki çalışmalarından rahatsız olmalarıdır.


Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul, İsmail Gaspıralı ve Ahmet Ağaoğlu Türkçülük fikrinin önemli savunucularındandır. Gerek Osmanlıcılık gerek İslamcılık ve gerekse Türkçülük fikrini ortaya atan ve savunanlar, merkezî idareyi elinde bulunduranlar veya fikir adamlarıdır. Bu kişilerin ortak amacı Osmanlı Devleti'nin siyasi ve toplumsal birliğini koruyarak dağılmasını önlemektir.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Türkçülük fikri, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birlikte XX. yüzyılın başından itibaren güçlenmiş ve bu fikir Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da etkili olmuştur.

Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası