PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

XX. YÜZYILIN DÖRT TÜRK AYDINI

Gaspıralı İsmail, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet

XX. Yüzyılın Eşiğinde Dört Türk Aydını: Gaspıralı İsmail, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet / Prof. Dr. Bilge Ercilasun

Osmanlı Devleti 1774’te yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla yenilgiyi kabul eder. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti büyük bir hızla gerilemeye ve çökmeye başlar. Bu yenilgi devletin her biriminde ve hayatın her alanında görülür. Başta askerî ve siyasî olmak üzere her sahada bir çöküş başlamıştır. Osmanlı Devleti artık önüne sürülen birbirinden ağır şartlara boyun eğecektir. Bunlar büyük toprak kayıpları ve kapitülasyonlardır. 19. yüzyıl böyle devam eder. Savaşlar yapılır, Osmanlı orduları yenilir veya cephede yenilmese de masada yenilgiyi kabul eder ve önüne konulan antlaşma metinlerini imzalar. Toprakları gittikçe ve hızla küçülür. Osmanlı Devleti yalnız topraklarını kaybetmekle kalmaz, siyasî, sosyal ve psikolojik tesir sahasını da kaybeder. Çöküş ve yıkılış kaçınılmazdır ve öldürücü bir hastalık gibi toplumun her unsurunu kemirmekte, korkulan son, acımasız bir şekilde yaklaşmaktadır. Alınan tedbirler fayda etmez, tesirsiz kalır.

Yapılan her savaşın sonunda göç başlar. Topraklarını ve vatanlarını kaybetmiş insanlar akın akın Devlet-i Aliyyenin payitahtına doğru koşarlar. Çocukları ve aileleriyle beraber, taşıyabildikleri, kaçırabildikleri mal varlıkları ile beraber İstanbul’a koşmaktadırlar. İstanbul Osmanlı’nın payitahtıdır. Türklerin son ümididir. Türk dünyasının ümididir. Ebedîdir. İstanbul asırların şehridir. İlim, irfan, sanat, ihtişam, saray, askerlik, ordu, velhasıl herşey oradadır. İstanbul, her zaman Türk dünyasının bir sembolü olmuştur.

Bu kötü şartlar altında İstanbul’a koşan bir başka Türk grubu daha vardır. Bunlar yüzyıllardır yaşadıkları vatanlarını terketmek zorunda bırakılan Rusya Türkleridir. Rusya ile kendi topraklarında ve şartlarında mücadele imkânı tıkanmış veya ülkesini terketmek zorunda bırakılmış Türk aydınları çareyi Osmanlı’ya iltica etmekte görürler ve İstanbul’a gelirler. Artık onlar mücadelelerine Osmanlı sınırları içinde devam edeceklerdir. Dünya Türklüğü değişik mekânlarda ne kadar zor ve ağır şartlarda bulunursa bulunsun, İstanbul yine de son ve ebedî bir ümittir ve bu ümit parlamaya devam edecektir.

Rusya’dan gelen Türk aydınlarının ortak tarafları vardır. Batıyı iyi bilmektedirler, birkaç lisan bilirler, üstün bir eğitim almışlardır. Türklerin düşmanlarını iyi bilirler ve tanırlar. Dış siyaset, dünya devletleri, devletlerin uzak ve yakın hedefleri hakkında bilgi sahibidirler. Millî şuurları üstündür. Bu birikimle Türkiye’de her alanda temayüz ederler ve ön safta bulunurlar. Türkiye’yi yönlendirme ve şekillendirme hususunda önemli rol oynarlar. Osmanlı Devleti’nde ise durum farklıdır. Osmanlı’nın son üç yüz yıl içinde batı ile arasında büyük bir bilgi uçurumu oluşmuştur. Osmanlı Batıdan, dolayısıyla yeniliklerden ve gelişmelerden uzak kalmış, yenilikleri takip edemez duruma düşmüştür. Bütün güç ve imkân artık batının eline geçmiştir. İlim, sanat, keşifler ve icatlar, para, güç ve imkânlar artık Batının elindedir. Batı günden güne parlak bir geleceğe doğru ilerlemektedir. Bu durum aydınlarda bir aşağılık duygusu yaratmış, batı karşısında onları ezik bir hâle getirmiştir. Zaman zaman yapılan hamleler de köksüz ve devamsız olmakta, bu yüzden tesirsiz kalmaktadır.

Rusya’dan gelen ve Türkiye’ye yerleşen Türk aydınları zaman zaman tekrar Rusya’ya dönmüş ve mücadelelerine orada devam etmişlerdir. Ancak orada başarma imkânı ortadan kalkınca Türkiye’ye gelerek enerjilerini ve birikimlerini Türkiye’nin kurtarılması ve ilerlemesi yolunda harcamışlardır. Bu hareketin merkezi Türkiye, yani İstanbul olmuştur.

19. yy. sonunda Rusya Türkleri arasında dört isim ortaya çıkar. Bunlar 20. yy.ın başında Türk dünyasına bir ölüm-kalım mücadelesinin damgasını vururlar. Bu hareketin yankıları dalga dalga yayılarak geniş bir coğrafyada devam etmektedir. Bunlar İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu’dur. Onların Türklük uğrundaki mücadeleleri oldukça kapsamlı, derin ve ibret vericidir. Ve elbette bir yazı çerçevesinde ele alınacak boyutta değildir. Bu yazıda onların mücadelesindeki önemli noktalar belirtilecek ve bu mücadelede yer alan bazı temel unsurlara dikkat çekilecektir.

Türk Dünyası için en önemli isimlerden biri olan İsmail Gaspıralı (1851-1914) Kırım’da Bahçesaray’ın Avcıköyünde dünyaya geldi. Bir memur ailesine mensup olan Gaspıralı, Moskova’da Rus okullarında eğitim gördü. 1875-1881 yılları arasında Bahçesaray’da ilkokul öğretmeni ve belediye başkanı olarak çalıştı.

Gaspıralı okulda iken Rusların Türklere düşmanlığıyla karşılaşmış, bu onda Türklük şuuru uyandırmıştır. Türklük düşüncesine sarılan yazar hayatı boyunca ortak bir Türk yazı dili ve edebiyatı kurmaya çalışmıştır. Basının halk üzerindeki gücünü ve etkisini bilen Gaspıralı bir gazete çıkarmak istiyordu. 1879’da gazete çıkarma izni alamayan yazar 1881’de Kırım’da çıkarılmakta olan Tavrida gazetesinde bir Rusça makale yayınladı. “Rusya Müslümanları, Müslümanların Hedefleri, Düşünceleri ve Gözlemleri” adını taşıyan bu yazıda kendi programını ortaya koydu. Onun başlıca hedefleri eğitimde reform ve millî bir eğitim, millî bir basın, Müslüman kadının hakları, modern bir hayat tarzı, millî şuura sahip aydınlar idi. Gaspıralı bu düşünce ile 1883’te Kırım’da Bahçesaray’da Tercüman gazetesini çıkarmaya başlar. Gazetenin “bir kısmı Türkçe, bir kısmı Rusça” olarak basılmaktadır. Gaspıralı ayrıca 1884’te Bahçesaray’da ilkokul açar. Burada kendi düşünce ve hedeflerine göre bir eğitim yapar.1

Tercüman gazetesi Türk dünyasında önemli rol oynar. Gazetenin adı İstanbul’da Agâh Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Ahval’den alınmıştır. Tercüman çok geniş bir sahada etkisini gösterir ve okunur. Kahire, Kaşgar, Kazan, Kırım, İdil-Ural, Sibirya, Dağıstan, Orta Asya ve Türkistan, Hindistan, Osmanlı sahalarında takip edilmektedir. Tercüman’da Müslüman Türk dünyasını ilgilendiren konular ele alınmaktadır. Gazetenin başlıca hedefi “ortak bir Türk edebî dili”nin meydana getirilmesidir. Gazetenin yayını 1918 yılına kadar devam eder. Gaspıralı geniş bir kitlenin anlayabileceği bir dil kullanmaya çalışıyor, okunması ve anlaşılması zor olan Arapça Farça tabirler yerine, geniş bir kitlenin anlayabileceği bir dili tercih ediyor, mahallî dil ve kelimeler yerine Osmanlı Türkçesini, İstanbul Türkçesinin kullanılmasını yaymaya çalışıyordu. 1905’te Meşrutiyet’in ilânıyla gazeteye “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarını koymuştur. Gaspıralı bu düstura daima bağlı kalmış, daima bu düstur için çalışmıştır.2

20. yy.’ın başlarında Kırım’da genç ve seviyeli, iyi eğitim görmüş ve iyi yetişmiş bir aydınlar grubu meydana gelir. Bunun oluşmasında İsmail Gaspıralı’nın büyük bir rolü vardır. Bunların bir kısmı Rus okullarında, bir kısmı da Türkiye’de tahsil görmüşlerdir. Bunlar Gaspıralı’dan sonra Tercüman gazetesini devam ettirenler, Kırım’daki siyasî harekette rol oynayanlar (Genç Tatarlar) ve “millîyetçi politika yürüten” gençler olmak üzere üç grupta toplanabilir. Üçüncü grupta, 1908 sonbaharında İstanbul’da Kırım Talebe Cemiyeti’ni kuranlar yer almaktadır. 1910’da cemiyetin 250 üyesi vardır. Bunlar Kırım ile temasta bulunmaktadırlar. Yayınladıkları kitap ve broşürler gizlice Kırım’a sokulmuş ve dağıtılmıştır.3

Tercüman yayınlanmakta olduğu 35 yıl boyunca çok büyük bir tesir icra etti. 1907’de tirajı 5000’e yükseldi. Samoiloviç onun dilinin 1910’da Türkiye, Kafkaslar, Kafkas Ötesi, İdil-Ural, Türkistandaki Türk aydınları tarafından anlaşıldığını belirtiyor. Gaspıralı’nın 1914’te ölümünden sonra gazete, onun arkadaşı Hasan Sabri Ayvaz tarafından bir müddet daha çıkarılır.4 Gaspıralı yazılarında Türk millî hayatında halk malzemeleri bulunduğunu, bunların usta kalemler tarafından işlenmesi gerektiğini, Türk dilinin işlenmeye ihtiyacı olduğunu söylemektedir. Bu görüşler daha sonra Ziya Gökalp tarafından da ele alınacak ve sistemli bir şekilde ortaya konacaktır.

Gaspıralı birkaç kere Türkiye’ye gelmiş, İstanbul’da bulunmuş, devrin aydınlarıyla temas etmiştir. Ancak hayatını ve mücadelesini Rusya’da devam ettirmiştir. O, İstanbul’la ve Türkiye ile bağını hiç bir zaman koparmamıştır. Onun çalışmaları olmasaydı Türklük düşünceleri Türk aydınları arasında uyanmayacak veya bu kadar köklü ve şuurlu yaşanmayacaktı. Onun çıkardığı Tercüman gazetesi başlı başına bir ekol olmuştur. Tercüman aynı zamanda güçlü bir eğitim vasıtası da olmuştur. O, yayınladığı küçük ve basit gibi görünen bu gazete ile bütün Türk dünyasını birbirine bağlamış, İstanbul ile münasebeti daima korumuş, Türk aydınları arasındaki millî ve ortak duygu ve düşüncelerin oluşmasını, yayılmasını ve devamlılığını sağlamıştır. Denebilir ki ondan sonra meydana gelen dil, edebiyat ve hayat onun sayesindedir ve onun eseridir.

Gaspıralı her şeyin başı olarak dil birliğini savunmuştur. Türk dil birliğini oluşturmaya ve korumaya çalışmıştır. Fakat Gaspıralı’nın elinde bunları gerçekleştirecek bir devlet gücü yoktu. Bunun için İlminski’nin metodu Bolşevikler tarafından benimsendi ve Türk bölgelerinde tatbik edildi. Türkçe mahallî lehçelere ve konuşmalara göre yazı dillerine bölündü.

Gaspıralı’nın faaliyetlerinden biri de 1905 ve 1906 yılında toplanmasını sağladığı Rusya Müslümanları Kongresi’dir. Gaspıralı bu kongrelerde Türkçe eğitim sistemi ile ilgili bazı kararlar alınmasını sağlar. Tercüman gazetesinde İstanbul Türkçesini kullanmış, Türk birliği fikrini işlemiş, Türkçülük fikrinin uyanmasını sağlamıştır. Gaspıralı, “Mehmet Emin’in (Yurdakul) 1898’de yazdığı Türkçe Şiirler adlı kitabını da ilk takdir edenlerden biridir. Ona yazdığı mektup, Yeni Lisancıların görüşlerinin başlangıcını vermek bakımından çok mühimdir.”5

Tercüman Gazetesi, Kazan ve Azerbaycan’dan gelen yayınlar ve Türkiye’deki modernleşme hareketleri Türkistan’daki Cedidcilik hareketinin gelişmesini sağladı. Namık Kemal’in ve Mehmet Emin Yurdakul’un şiirleri aydınlar arasında biliniyor ve yayılıyordu.6

Gökalp Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak adlı eserinde dil meselesini etraflı bir şekilde ele alır. Türk Milleti ve Turan adlı yazısında Türk milletinin birleşebilmesi için önce aralarında dil birliğinin kurulmasının şart olduğunu belirtir. Bu arada Gaspıralı’nın Türk dünyasında oynadığı rolü de belirtir.

Eğitimin temel vasıtası ortak kitaplardır. Dil birliği, ancak ortak temel kitapların bütün Türkler tarafından okunup anlaşılmasıyla sağlanabilir. Osmanlıca kitaplar zamanla çeşitli Türk boyları arasında yayılmış, dil ve edebiyatın umumileşmesini sağlamıştır. Önce “Kırım’da ve Kafkasya’da İstanbul Türkçesine yaklaşmaya” başlanmış, “sonra bu hareket Kazan ve Türkistan’a da sirayet” etmiştir. Fakat bir düşman ortaya çıkmış ve bu hareketi durdurmak istemiştir. Bu düşmanın üç silâhı vardır. Bunlar sosyalizm, ümitsizlik ve eğitim farklılaşmasıdır. Yazar bunlar hakkında kısaca şöyle der:

“Sosyalizm, Türk millîyetçiliğinin düşmanı olan bir fikirdir. Türkleri her türlü izmihlâlden kurtaracak olan amil ancak millîyet fikridir. Kuzey Türkleri arasında gayritabiî bir surette uyanmaya başlayan sosyalizm fikri, rejyonal edebiyatların kurulması fikrini ortaya çıkardı. “Halbuki bir tek lisana malik olan kavmin halk konuşmaları birbirinden büsbütün başkadır. Mahalli şiveleri yazı lisanı hâline sokmak, bunlardan bir edebiyat çıkarmak, millî birlik için büyük bir tehlikedir. Meselâ yalnız Türkiye dahilinde her mahallin halk diliyle edebiyat tesisine başlansa yüzlerce Türk lisanı tekevvün eder. Bu hâlin tatbiki bütün milletler için en müthiş bir ölümdür.”

İkinci tehlike, ümitsizliktir. Avrupa gazetelerinin daima Türkiye’nin ölmeye ve yok olmaya mahkûm olduğundan bahsetmesi, Türkler arasında da bir ümitsizliğin yayılmasına sebebiyet vermiştir. O zaman sun’î bir Tatar medeniyeti yaratılmaya çalışılmıştır.

Üçüncü olarak Türk gruplarına birbirindan farklı eğitim sistemleri uygulanmaya çalışılmıştır. Bütün Türk grupları ve Müslümanların okullarında okutacakları kitaplar ve öğretim sistemi, birbirinden ayrılmak istenmiştir. Bunun maksadı açıktır: Türk milletini parçalamak… Bunun için önce lisanını parçalamak lazımdır.

Gökalp “işte bu üç vasıta ile Türk lisanı parçalanmaya, müteaddit edebiyatlar teşekkül etmeye başladı” diyor. Bazıları buna alet olmuşlar ve bilmeyerek Türk milletine zarar vermişlerdir. Bazıları ise oynanan oyunu fark ederek umumî Türkçeyle yazmaya devam etmişlerdir. Bunlar Kadı Rızaeddin, Musa Bigiyef Efendilerdir. Gökalp en önemli örnek olarak Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman gazetesini gösterir. Gökalp Rusya Türklerinde iki cereyan olduğunu belirtiyor: Mahallî lehçelere kıymet vermek, İstanbul Türkçesini millî dil kabul etmek ve bu dili yaymaya çalışmak.

Gökalp, İstanbul Türkçesi hakkındaki fikrini de belirtir ve İstanbul’un Türkler için ne manaya geldiğini ifade eder. İstanbul yalnız Osmanlı Türklerine ait değildir. İstanbul “Türk Hakanlığının ordu-kentidir. Bu sebeple bütün Türklerin kıblegâhıdır. Bundan başka İstanbul, İslâm hilafetinin de makarrıdır.” O halde İstanbul millî ve dinî bir merkez ve mümessildir.

“İstanbul Türkçesinin bütün Türklerce millî lisan olması, bu icaz ve kudsiyetin lisana da intikali dolayısıyladır. Fazla olarak İstanbul Türkçesi Türk lehçelerinin en güzeli, en işlenmişi, edebiyat ve ilimce en zenginidir.” İstanbul Türkçesini edebî bir dil olarak görmek “Bütün Türkler için millî bir vazifedir”. İşte o zaman bütün Türkler, lisan ve edebiyatı ortak tek bir millet hâline girer.7

Gökalp’ın Türk dili ve İstanbul Türkçesi hakkındaki görüşleri Gaspıralı’nınkilerle büyük bir benzerlik taşımaktadır. Bu da, onun Gaspıralı’dan büyük ölçüde etkilendiğini gösteriyor.

Türkiye’de öncü isimlerden bir diğeri Hüseyinzade Ali Bey’dir (1864-1942). Azerbaycan’da Salyan kasabasında doğan Hüseyinzade, Molla Hüseyin Ali Beyin oğludur. Annesini küçük yaşında kaybeden Hüseyinzade’yi dedesi Kafkasya Şeyhülislâmı Ahmet Salyanî büyütmüştür. Hüseyinzade ilk tahsilini Tiflis Türk-Müslüman Okulunda yaptı. 1875’te Tiflis Klasik Jimnazına girdi. Burada Rusça, Yunanca, Latince, Fransızca ve Almanca öğrendi. 1885’te Petersburg Üniversitesi’nin Fizik-Matematik bölümüne girdi ve 1889’da mezun oldu. Ayrıca üniversitenin Şarkiyat bölümündeki derslere de devam etmişti. Hüseyinzade’nin edebiyata büyük bir merakı ve ilgisi vardı. Ayrıca çocukluğundan beri içinde bulunduğu ortam, onda derin bir Türklük şuurunun doğmasına yol açmıştı. Ona tesir edenler dedesi Şeyh Ahmet Salyanî ile Mirza Fethali Ahundzade idi. O ayrıca yapılan toplantılardan ve sohbetlerden de etkileniyor, bütün bunlar onun şahsiyetinin gelişmesini sağlıyor, fikrî, felsefî, ilmî gelişmesine ve olgunlaşmasına yardımcı oluyordu. Hüseyinzade’nin ruhunda uyanan Türkiye sevgisi, onu Türkiye’ye yöneltti. Ayrıca Petersburg’da okurken başka Türk bölgelerinden gelen Türk arkadaşlarından etkilenmiş, Namık Kemal’in ve Mehmet Emin’in (Yurdakul) eserlerinden haberdar olmuştu. Bütün bunlar onun ruhundaki Türklük şuurunun ve Türkçe sevgisinin oluşmasını sağlamıştı.8 O, 1890’da İstanbul’a geldi ve Askerî Tıbbiye’ye girdi. Tıbbiye’de iken etrafında bir grup oluşmuştu. Arkadaşları arasında Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, Cenap Şahabeddin, Rıza Tevfik, Baha Şakir, Dr. Nazım, İshak Sukûtî vardı.

Çevresindekilere göre onun yaşı büyüktü. Mütevazî ve mütefekkir tavırları, mücadeleciliği, Doğu ve Batı edebiyatları hakkındaki derin bilgisi etrafındakileri etkiledi. Bu sırada Tıbbiyede gençler arasında II. Abdülhamit aleyhinde bir hareket oluşmaktadır. Hüseyinzade bu hareketin liderlerinden Ubeydullah Efendi ile görüşmektedir. Hüseyinzade Rusya’da “nihilist gizli cemiyetlerin” çarlık idaresine karşı altışar kişilik gruplar oluşturduklarını ve mücadele ettiklerini anlatır. Gizli bir cemiyet kurulmasına karar verilir. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulur. Ali Bey Tıbbiye’den 1895’te mezun olur ve Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nde çalışmaya başlar. 1897’de Türk-Yunan savaşına askerî yüzbaşı olarak katılır. 1900’de müsabaka imtihanını kazanarak Tıbbiye Yüksek Okuluna deri ve frengi hastalıkları profesör yardımcısı olarak tayin edilir. Fakat İttihat ve Teraki’ye mensup olduğu için takibata uğrar. 1903’te Azerbaycana dönmek zorunda kalır. Artık bir müddet Türkçülük mücadelesine orada devam edecektir.9

Yusuf Akçura (1879-1935) Simbir’de (Ulyanovsk) doğdu. Babası fabrikatör Hasan Bey, annesi Bibi Fahri Banu’dur. Annesi, Kazan’ın tanınmış ailelerinden olan Abdürreşid Yunusov’un kızıdır. Akçura orta tahsilini İstanbul’da Askerî Rüştiye’de tamamladı. 1897’de erkân-ı harp sınıfına ayrıldı.

Yıldız Sarayı’nda sorgulandı ve Fizan’a sürgüne gönderildi. Fakat o Ahmet Ferit’le beraber Paris’e kaçtı. Paris’te siyaset bilimleri okudu. 1905’te Kazan’a döndü. Medrese-i Muhammediye’de tarih öğretmenliği yaptı. Tarih ve Ulûm adlı tarih kitabını yayınladı. Ayaz İshaki ile beraber Kazan Muhbiri gazetesini çıkardı.10 O daha Türkiye’de iken Mercanî, Nasırî ve Gaspıralı gibi Türk liderleriyle temas etmeye başlamıştı. 1897’de yazdığı ilk makalesi Mercanî hakkındadır. Bu yazıda Kuzey Türklüğü ve fikir hareketleri hakkında Osmanlı Türklerine bilgi vermek istemişti.11

Ağaoğlu Ahmet (1869-1936) Karabağlıdır. 1889’da Paris’e giderek Sorbonne Üniversitesi’nin Tarih ve Filoloji Bölümü’ne devam etmiş, bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenleriyle tanışmıştır. Bu arada La Nouvelle Revue ile Revue Bleu’de ve Tiflis’te çıkan Kafkas gazetesinde yazıları yayınlandı. 1892’de Londra’da toplanan Şarkiyat Kongresi’ne katılarak Şiî mezhebinin doğuşu ve gelişmesine dair bir tebliğ sundu. Tahsilini tamamladıktan sonra 1894’te Azerbaycan’a döndü. Tiflis, Şuşa ve Bakû’de öğretmenlik yaptı. Bir taraftan da Türk ve Müslümanların haklarını Rus makamlarına karşı savunan hareketin içinde yer almıştı. Bunan neticesi olarak Kaspiy (1903) ve Şarkiy Rus (1903) gazetelerinde yazılar yazmaya başladı.

Rusya 20.yy.ın başında Japon Savaşından mağlûp çıkmıştır. Her tarafta ihtilâller olmaktadır. Aydınlar Meşrutiyet’in ilânına çalışmaktadırlar. Petersburg’a giden heyetler arasında İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu bulunmaktadır. Böylece biri Kırım’dan diğeri İdil-Ural bölgesinden, diğer ikisi Azerbaycan’dan yetişmiş bu dört Türk’ün kaderi birleşmiştir. İleride çalışmaları, tercihleri ve hayatlarıyla Türkiye’nin kaderine tesir edecek olan bu dört Türk bütün güçleriyle Rusya Türklerinin kaderini değiştirmeye çalışmaktadırlar. Kısa bir süre için başarılı da olurlar. Rus Meclisine, yani Duma’ya Türk milletvekillerinin girmesini sağlarlar. Rusya Müslümanları adında bir topluluk meydana getirirler. Bu topluluk 1905 ve 1906 yıllarında üç kongre yapar ve önemli kararlar alır. Burada Rusya Türklerinin siyasî, idarî, kültürel, eğitimle ilgili meselelerini ilgilendiren önemli kararlar alınır. Onlar hedefleri belirlemişler, programları hazırlamışlar, çalışmalarda yönlendirici olmuşlardır. Fakat Rus makamları bütün çalışmaları takip etmektedir. Yusuf Akçura faaliyetlerinden dolayı takibata uğrar ve 40 gün hapsedilir. Bu yüzden Birinci Duma’ya mebus olarak katılamaz.12

Hüseyinzade o zamana kadar yayınlanmasına müsaade edilmeyen gazete çıkarma imtiyazını da almıştır. Böylece Haziran 1905’te Azerbaycan’da Hayat çıkmaya başlar. Bu, Türkçe gündelik bir gazetedir. Hayat’ın kurucuları Zeynelabidin Takiyev, Hüseyinzade, Ağaoğlu Ahmet, Ali Merdan Topçubaşı’dır. Hüseyinzade iki yıl bu gazetenin müdürlüğünü ve başyazarlığını yapar. Hayat kapandıktan sonra Zeynelabidin Takiyev’in malî desteğiyle Füyuzat dergisi yayınlanır. Hüseyinzade bu derginin müdürlük ve başyazarlık görevini üstlenir. Dergi Kasım 1906-Aralık 1907 tarihleri arasında çıkar ve Azerbaycan’da çok önemli bir rol oynar. Hayat ve Füyuzat’ta Hüseyinzade’nin pek çok yazısı yayınlanır. Bu yazılar Türkçülük tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hayat’ta yayınlanan yazılardan bazıları şunlardır: “Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir”, “Bize Hangi İlimler Lâzımdır”, “Yazımız, Dilimiz, Birinci Yılımız”. Hüseyinzade bunlarda Türk dili ve Türk ırkı meselelerini ele almış, Türk kavimlerinin bir bütün olduğunu anlatmıştır. Hüseyinzade “Türkleşmek, İslamlaşmak, Avrupalılaşmak”

düsturu üzerinde önemle durmuş, artık Türklerin bu ilkelerle çalışmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bu prensiplerin daha sonra Gökalp’a ne ölçüde tesir ettiği açıktır. Hüseyinzade bu yazılarıyla Azerîlerin millî şuur bakımından olgunlaşmasında büyük rol oynamıştır.13

Hüseyinzade daha sonra İrşat, Hakikat, Terakki gazetelerinde çalışır. Ahmet Ağaoğlu da onunla beraber Hayat gazetesinde ve Füyuzat dergisinde çalışmakta, yazılar yazmaktadır. Ağaoğlu, Hayat kapandıktan sonra 1905’te İrşad’ı çıkarır. Bu gazetede Türk Birliği fikrini işler. 1906’da Rusya’daki Türklerin haklarını korumak ve Ermeni tethiş hareketleriyle mücadele etmek maksadıyla Difaî adlı bir siyasî dernek kurmuştur. Ağaoğlu ayrıca Bakû civarındaki Türk halkının göç projesinin tatbikine mani olmuştur. Bu yıllarda Ermeni iftiraları ile mücadele ediyor ve bu konuda Petersburg’a makaleler yazıp yolluyordu.14 Bakû’da Terakki gazetesini çıkarmaya başladı. Faaliyetleri sebebiyle Rus makamlarının baskısı ve takibi yüzünden II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine 1909’da Türkiye’ye gelmiştir.

Bu yıllarda Türk aydınları arasında yapılan bir tartışma vardır. Bu Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük tartışmasıdır. Devrin aydınları devletin kurtuluşu için hangisinin faydalı olduğunu tartışmaktadırlar. Bu bakımdan aydınlar arasında bir fikir ayrılığı meydana gelmiştir. Tartışma, Tıbbiyeliler tarafından kurulan gizli cemiyette daha da yoğunlaşmıştır. Bu tartışma genişlemiş, Avrupada ve Mısır’da da yayılmıştır. Kahire’de yayınlanmakta olan Türk gazetesinde bu konuda bir münakaşa başlar. Gazetenin başyazarı Ali Kemal Osmanlıcılık görüşünü müdafaa etmektedir. Bu konuda bir yazı yayınlar. Yusuf Akçura da bu tartışmaya katılır. Gazetenin Mayıs-Haziran 1904 tarihli, 23-24 sayılı nüshalarında neşredilen Üç Tarz-ı Siyaset adlı yazı serisini yayınlar. Bu Türk Birliği’nin kuruluşu ve prensiplerini inceleyen bir eser olmuştur. Amerikalı yazar C. W. Hostler’e göre 1848 Komünist Manifestosu marksistler için ne gibi rol oynamışsa, Üç Tarz-ı Siyaset de Türkçüler için aynı rolü oynamıştır ve Yusuf Akçura Pantürkizmi kuranların başlıca ismidir.15

Türk gazetesi başyazarı Ali Kemal Üç Tarz-ı Siyasete Cevabımız adlı bir yazı ile cevap verdi. Bu sert bir tenkit yazısı idi. Ahmet Ferit (Tek) de Bir Mektup adlı yazısı ile Yusuf Akçura’nın görüşlerini destekler. Üç Tarz-ı Siyaset 1912’de 64 sayfalık bir kitap olarak İstanbul da basılmıştır. Burada Yusuf Akçura İslâmcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük akımlarını, siyaset tarzlarını incelemekte ve Türkçülüğe taraftar olduğunu belirtmektedir. 56. sayıda 24 Kasım 1904’te Hüseyinzade Ali Bey de tartışmaya katılarak Mektûb-ı Mahsus adıyla bir yazı gönderir. Burada Türkçülük görüşüne taraftar olduğunu belirtir.

Gazetede daha önce Tatarlara, Cengiz ve Timur’a karşı hakaret dolu ifadelerin yer aldığını belirtir. Tatar’ın ayrı bir millet olmadığını belirten yazar onların Türk olduklarını belirterek bütün Türklerin “kavmiyetçe ve dince” bir olduklarını ifade eder. Zaman zaman bu gibi değerlendirmelerin yapıldığını söyleyen yazar bunların “sülâle kastı” ile yapıldığını, maksadın Osmanlı birliğini korumak olduğunu söyler. Türk boylarını kötülemenin yanlış olduğunu belirtir. Bütün Türklerin ortak bir kaderi paylaştıklarını ifade eder.

Türk gazetesi yazı heyeti Hüseyinzade’nin yazısına 8 Kânunıevvel 1904’te yayınlanan 59. sayıda cevap verir. Bu yazıda Tatarlar, Cengiz ve Timur hakkında sathî bilgiler yer almaktadır. Bunun üzerine Hüseyinzade “Türkler Kimdir ve Kimlerden İbarettir” adlı yazı serisi ile buna cevap verir. Bu yazılar Azerbaycan’da Hayat gazetesinde yayınlanır.

Hüseyinzade’nin “Türk Dilinin Vazife-i Edebiyesi” adlı yazısı da Türk gazetesinde yayınlanmıştır. Burada Arapçanın din ve mezhep dili olduğu, Farsçanın şiir ve edebiyat dili olduğu belirtilir. Türkçenin ise biraz gayret edilirse “devr-i cedid için terakki ve medeniyet dili” olabileceği ifade edilir. Hüseyinzade:

Eyler dili Çin seddine dek hükmünü icra

Bir ucudur Altay bu yerin bir ucu Sahra

beytiyle Türklerin yaşadıkları mekânın genişliğini belirtir. Ve kendi mahallî şive ve lehçelerimizi ıslah ederek “medenî ve edebî bir umumî Türk dili” meydana getirebileceğimizi söyler.16

1908’de II. Meşrutiyet ilân edilir. Meşrutiyet fikrini hazırlayanlar Ahmet Rıza (Osmanlıcılık), Prens Sabahattin (Liberalizm), Mehmet Murat’tır (İslâmcılık). Bunlara, Rusya’dan gelen Yusuf Akçura’yı da ilâve etmek lâzımdır. Meşrutiyetle birlikte hükümdar, saray, bürokrasi ve din kuruluşları yanında ilk defa siyasî parti kavramı ortaya çıkmıştır. Toplum şuuru oluşmuştur. Toplumun sezgisi doğmuş, güçlenmiş, toplum seçme olgusunu tanımıştır. Artık toplum yönetime katılma arzusu besleyecek ve her fırsatta bu isteğini belirtecektir. Bir başka husus ise genç subaylarda Türk halkına bağlanma isteğinin doğmasıdır.

Bu devri temsil eden en önemli parti İttihat ve Terakkidir. İttihat Osmanlı Birliği, Terakki aydınlanmak, ilerlemek demektir. Bunlar da Türk milletinin modern asırdaki tercihlerini gösteren kavramlardır.17

Rus baskıları artmıştır. Bu yüzden Hüseyinzade ile Ağaoğlu Türkiye’ye gelirler. Yusuf Akçura da 1908’de Türkiye’ye göç etmek zorunda kalır. Artık bundan sonra mücadelelerine Türkiye’de devam edeceklerdir. Onların gelmesiyle mücadele ortamının zenginleştiği ve olgunlaştığı görülür. Çünkü onlar, Rusya’da yaşadıkları ve geçirdikleri tecrübeleri getirmişler, her sahada bu birikimle hareket eden bir grubun oluşmasına yardımcı olmuşlardır.

Hüseyinzade Tıbbiye’de okurken Turan adlı bir manzume yazmıştır. Bu manzume tıbbiye öğrencileri arasında ağızdan ağıza dolaşmaktadır. Fakat bu manzume o tarihlerde yayınlanamaz. Hüseyinzade bunu 1904’te Mektûb-ı Mahsus adlı yazısı ile beraber Türk gazetesine gönderir. Manzume orada sansüre uğrar. Daha sonra Yusuf Akçura bu manzumeyi Hüseyinzade’den öğrenir ve 1915’te Türk Yurdu dergisinde Safes imzalı yazısında yayınlar. Bundan başka İsmail Habib Sevük Tanzimattan Beri adlı edebiyat tarihi kitabında bu manzumeye yer vermiştir. Manzume şöyledir:

Sizlersiniz, ey kavm-i Macar bizlere ihvan: Ecdadımızın müştereken menşei Turan… Bir dindeyiz biz hepimiz hakperestan Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur’an Cengizleri titretti şu âfâk-ı serâser Fatihlerine geçti bütün kişver-i kayser, Manzumenin elimizde kalan şekli budur. Buradaki fikirler Gökalp tarafından daha sonra Turan manzumesinde şöyle ifade edilecektir:

Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin
Birer derin sesidir ben sahifelerde değil
Güzide şanlı necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde
Nabızlarımda okur anlar eylerim tebcil.
Sahifelerde değil çünkü Atilla Cengiz
Zaferle ırkımı tetviç eden bu nasiyeler
O tozlu çerçevelerde o iftirâ-âmiz
Muhit içinde görünmekte kirli şermende
Fakat şerefle nümayan Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet çünkü ilm için müphem
Kalan Oğuz Han’ı, kalbim tanır tamamiyle
Damarlarımda yaşar şan ü ihtişamiyle
Oğuz Han. İşte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir Turan.

Gökalp’ın bu şiiri 1910 yılında Genç Kalemler dergisinde yayınlanmıştır. Burada Gökalp’ın Hüseyinzade’den etkilendiği açık bir şekilde görülmektedir. Zaten Gökalp da bunu Türkçülüğün Esasları’nda belirtir ve Hüseyinzade’nin Türkçülüğe yaptığı hizmetlerden bahseder. Ziya Gökalp’ın ifadesine göre “Rusya’dan İstanbul’a gelen Hüseyinzade Ali Bey Tıbbiyede Türkçülüğün Esaslarını” anlatmaktadır. Onun “Turan isimli manzumesi Pan-Turanizm mefkuresinin ilk tecellisi”dir. Arkadan “Mehmet Emin Bey

Ben bir Türküm dinim cinsim uludur

mısrasıyla başlayan şiirini” neşreder. “Bu iki manzume Türk hayatında bir inkılâbın başlayacağını haber” vermektedir. “Hüseyinzade Ali Bey Rusya’daki millîyet cereyanlarının tesiriyle Türkçü olmuştu” diyen Ziya Gökalp, Hüseyinzade’nin Ağaoğlu Ahmet Bey ile beraber Bakû’de Sünnîlik Şiîlik ihtilâflarını yok etmeye ve Azerbaycan’da Türk birliğini sağlamaya çalıştıklarını, Hüseyinzade ile Türkiye’de olduğu yıllarda temas ederek Türkçülük hakkındaki kanaatlerini öğrendiğini ifade etmektedir.18

Meşrutiyetin ilânıyla beraber Türkçülük çalışmaları hızlanır. Dernekler kurulmaya başlar. 25. 12. 1908’de Türk Derneği kurulur. Buna 1911’de kurulan Türk Ocağı takip eder. Bu derneklerde Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve Hüseyinzade’nin faaliyetleri görülmektedir.

Yusuf Akçura Türkçü derneklerde faaliyettedir: Türk Derneği Cemiyeti, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı Cemiyeti, Türk Bilgi Derneği.19 Akçura bu derneklerin kurucularındandır. Ayrıca bu derneklerin idarî ve ilmî faaliyetlerini yönlendirir. O en büyük aktiviteyi de Türk Yurdu Cemiyeti’nde gösterir. Bu dernek Türk Yurdu dergisini çıkarmaktadır. Akçura 1911-1917 arası derginin müdürlüğünü yapar. Derneğin kurulmasını teklif eden de odur. Akçura bir gün Necip Asım’la Veled Çelebi’ye “sırf hars işleriyle uğraşan siyaset dışı bir Türk cemiyeti kurulmasını ve bu yolda rehber olmalarını” teklif etmiş, bunun üzerine Türk Derneği Cemiyeti kurulmuştur.
Türk Derneği Dergisi’nin 3. sayısında belirtildiğine göre Yusuf Akçura derginin birinci kâtibidir. Türk Derneği Dergisi 1911’de altı, 1912’de ise bir adet olmak üzere toplam yedi sayı çıkar.

Türk Yurdu Cemiyeti 18.8.1911 tarihinde Mehmet Emin’in (Yurdakul) teklifiyle kurulur. Kurucular arasında Yusuf Akçura da vardır. Dernek bir dergi çıkarmaya karar verir. Bu derginin adı Türk Yurdu’dur. Akçura bu derginin gayesini belirtir ve programını hazırlar. Derginin imtiyaz sahibi şair Mehmet Emin’dir. 1911 Ağustosunda vali olarak Erzurum’a gidince Yusuf Akçura derginin imtiyaz sahibi ve müdürü olur. Akçura Ekim 1912-Kasım 1913 arasında Çatalca cephesinde savaşa katılır. Bu arada dergi tekrar Mehmet Emin tarafından çıkartılır. Akçura 5. sayıdan itibaren tekrar derginin
müdürü olur. 2.8.1917 tarihli 12. sayıyı çıkardıktan sonra dergiden tamamen ayrılır. Bundan sonra derginin idaresi Celâl Sahir’e geçer.

Yusuf Akçura Türk Ocağı’nın kurucuları arasındadır. Türk Ocağı 12. 3. 1912 tarihinde kurulmuştur. Bunda Askerî Tıbbiye Mektebi öğrencilerinin telgrafının büyük rolü vardır. Askerî tıbbiyeliler devrin aydınlarına “190 Tıbbiyeli Türk evlâdı” imzasıyla bir metin göndermişlerdir. Türk Ocağı bu şahısların toplanıp kurdukları bir dernektir. Bu telgrafta bütün azınlıkların dernekleri olduğu, Türklerin ise hiçbir organizasyonun bulunmadığı, bunun ise aşağılatıcı olduğu yazılmakta idi. Yusuf Akçura bu cemiyetin ikinci reisidir.

Türk Bilgi Derneği 14.3.1913 tarihinde ilmî araştırma maksadı ile kurulmuştur. Bu derneğin idare heyetinde Akçura da vardır. Bu dernek akademi benzeri olarak düşünülmüştü. Altı şubesi bulunmaktadır: Türkiyat, İslâmiyat, Hayatiyat, Felsefe ve İçtimaiyat, Riyaziyat ve Maddiyat, Tükçülük İçtimaiyat şubesinde Akçura, İslâmiyat şubesinde Halim Sabit bulunmaktadır. Dernek Kasım1913-Haziran 1914 arasında Bilgi Mecmuası’nı çıkarmıştır.

1908-1920 yıllarında Türkiye’de faaliyet gösteren Tatarlar arasında Yusuf Akçura’nın önemli bir yeri olduğu görülmektedir. 1911 -1920 yıllarını tek başına, kalemiyle ve diğer aktiviteleriyle doldurmuştur ve idare etmiştir denilebilir. 1911’den itibaren çıkan ve Türkçülük akımının organı hüviyetini taşıyan Türk Yurdu dergisini, baştanbaşa Akçuraoğlu Yusuf imzası kaplar. O aynı zamanda aynı yıllarda Halka Doğru dergisinin de sürekli yazarlarındandır. Ayrıca şu dergilerde yazmaktadır: İçtihad (Kahire 1909-1912), Türk Sözü (1914), Bilgi (1913), Vakit (İstanbul 1920), İkdam, Tedrisat Mecmuası, Maarif-i Müslimin, Sebil-ür-reşad, İfham, Muhit, Sabah, Resimli Kitap, Mektep Müzesi, Salnâme-i Servet-i Fünun (1912), Nevsal-i Millî (1914).20

Akçura’nın yazıları oldukça hacimlidir ve konu bakımından şöyle gruplandırıbilir: 1- Millîyetçilik ve halkçılık, 2- İnkılâpçılık ve çağdaşlık, 3- Tarih, 4- İktisat, 5- Dil, 6- Siyaset.

Yusuf Akçura Heybeliada Deniz Lisesi’nde tarih öğretmenliği yapmaktadır. Enver Paşa tarafından çağırılır. Kendisine gizli bir görev verilmiştir. Türk-Tatar Heyeti adıyla siyasî bir teşkilât kurulur ve başkanlığına Akçura getirilir. Cemiyetin kısa adı Türk-Tatar Heyetidir. Tam adı şöyledir: “Rusya Mahkûmu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Komitesi”. Komitede Tatarlardan Abdürreşit İbrahim, Kırım Tatarlarından Mehmet Esat Çelebizade, Buharalı Mukimeddin Beycan, Azerilerden Hüseyinzade ve Ağaoğlu bulunmaktadır.21 Komitenin görevi Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan gibi Avrupa ülkelerine giderek gayesini anlatmaktır. Haziran 1916’da İsviçre’de toplanacak olan Milletler Konferansı’na da katılması kararlaştırılır. 1915 yazında Almanca iki metin hazırlanır. Birinci raporun adı “Rusya’daki Müslüman Türk-Tatarların Bugünkü Durumu ve Faaliyetleri”dir ve Yusuf Akçura tarafından kaleme alınmıştır. 12 sayfa olan bu raporda şu konular ele alınmıştır: Nüfus sayısı, nüfus artışı, sosyal sınıflar, ekonomik faaliyet, eğitim sistemi ve reformlar, edebiyat, Rusların baskısı, sansür, halkın politik durumu, Türk-Tatarların arzuları.

Bu belgenin Budapeşte’de basıldığı sanılmaktadır.

İkinci metin, komisyon üyeleri Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Mehmet Esat Çelebizade, Mukimeddin Beycan tarafından hazırlanmıştır. Bu metin 1915’te Budapeşte’de basılmıştır. Adı “Rusya’daki Müslüman Türk-Tatar Halklarının Haklarını Koruma Komitesi’nin Muhtırası”dır. Heyet resmî ziyaret ve faaliyetlerinde Viyana-Budapeşte-Berlin-Sofya yolunu takip etmiştir. 8 Aralık 1915 tarihinde Viyana’da Avusturya Başbakanı Strogk ve Dışişleri Bakanı Forgach tarafından kabul edilmişler, onlara bu iki belgeyi sunmuşlardır. Sonra Budapeşte’ye geçerek 12 Aralıkta Başbakan Tisza ve parlamento üyelerinden Andrasi ile görüşmüşler ve raporları vermişlerdir. Bu arada Külügy Hadügy dergisinde Rusya’daki Türklerin dileklerini açıklayan bir makale yayınlanmıştır. Ayrıca şarkiyatçı Meszaros’un yardımıyla kurulması teklif edilen devletleri gösteren bir harita da yayınlanır. Yusuf Akçura, Macar İlimler Akademisi’nde Rusya’daki Müslüman Türk-Tatarların durumları ve istekleri hakkında konferans vermiştir. Heyetin şerefine ziyafetler verilmiş, bu arada onlar da Macaristan’ın devlet erkânı ile tanışmışlardır. Bu faaliyetler, düşman devletler tarafından dikkatle takip edilmiştir.22

Bu toplantılarda Rusya Türklerinin içinde bulundukları durum ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor, Rusya Türkleri için özellikle kültür muhtariyeti meselesi üzerinde duruluyordu. Dört mülteci Türk olan Akçura, İbrahim, Ağaoğlu ve Hüseyinzade Rusya Türklerinin lideri olarak temaslarda bulunuyorlar ve Rusya Müslümanlarının temsilsici olarak isteklerini dile getiriyorlardı. Rusya müslümanları üzerinde yapılan kanunî kısıtlamaların kaldırılması, Rusya’da seçim sisteminde değişiklik yapılması gibi talepler dile getirilmişti. Ayrıca Rusya Türklerinin Osmanlı Devleti ile federatif bir birlik kurma arzusunda bulunduklarını da belirtmekteydiler. Bütün bu görüşmeler müttefiklerin savaşın galibi olacağı üzerine kurulmaktaydı. Türkiye ve müttefiklerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıkması plânları alt-üst etmiş, bütün ümitleri söndürmüştü.23

Türk Ocağı’nın kuruluşunda, Türk Yurdu Dergisi’nin yayınlanmasında faal rol oynayan bir başka isim Ahmet Ağaoğlu’dur (1911). O ayrıca bu yıllarda Darülfünun’da Rusça muallimliği ve Türk-Moğol tarihi müderrisliği yaptı. “İttihat ve Terakki Cemiyeti genel merkez üyesi oldu ve Afyonkarahisar mebusu seçildi (1912). I. Dünya Savaşı sonunda Rusyada ihtilâl olup oradaki Türkler bağımsız devletler kurmaya başlayınca, Ağaoğlu da Azerbaycan’a yardım için gönderilen orduda kumandan müşaviri olarak bulundu (1918). Azerbaycan parlamentosuna seçilerek bir süre orada kaldı. Türk ordusu Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kalınca Ruslara karşı İngiltere’nin desteğini sağlamaya çalıştı. İran’da yapılan İngiltere-Azerbaycan görüşmelerine başkan olarak katıldı”.24
“Sağlam hukuk formasyonu ve kusursuz Fransızcası yanında polemikçi bir gazeteci olan Ağaoğlu, Türk fikir ve siyaset hayatında bilhassa 1912’den sonra etkili olmuş bir yazardır.” “Üniversite yıllarında hocası Ernest Renan’dan, İslâmiyet ile ilgili konularda Paris’te tanıştığı Cemaleddin Efgani’den, siyasî konularda ise Ahmet Rıza’dan etkilenmiştir. Fransa’da bulunduğu yıllar onun özellikle Fransız İhtilâli’nin getirdiği düşüncelere yaklaşmasına, Batılı liberal kavram ve değerleri inceleyip benimsemesine imkân vermiştir”.25

Ağaoğlu, 1913’te Süleyman Nazif’le şiddetli bir münakaşaya girer. Konu Osmanlıcılık-Türkçülüktür. Süleyman Nazif Osmanlıcılık fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Prensiplerini “Müslümanlık, Osmanlılık, Türklük” diye sıralayan yazar bizim hakanlarımızın Cengiz ve Timur değil, Ömer Faruk, Selâhattin Eyyubî, Hüdavendigâr ve Yavuz olduğunu ifade eder.

Ahmet Ağaoğlu ona “İslâmiyeti anlamak ve takdir etmek için onun zuhur ettiği muhiti bilmek ve anlamak şarttır” diyerek yanılmakta olduğunu söyler. Onu, milliyetini ikiye bölmekle ve birini kabul ve diğerini reddetmekle suçlar. Süleyman Nazif, İçtihad’ın 74. sayısında ona cevap verir ve Osmanlı Devleti’nin Türkler tarafından kurulduğunu inkâr eder. Ağaoğlu ise buna karşılık Ertuğrul ve Osman Gazi’nin yakın arkadaşlarının Türk olduklarını söyler ve adlarını sıralar.26

Ahmet Ağaoğlu devrinin önemli hadiselerinin daima içinde olmuştur. Bunlardan biri de Ömer Naci’nin gizli bir görevle İran’a gitmesidir. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Ömer Naci İran’a giderken Ağaoğlu’nun evine gelir. Samet Ağaoğlu onun “İran’a ihtilâl yapmak ve Meşrutiyeti ilân etmek için” gittiğini söylüyor. Enver Paşa tarafından Tebriz’e gönderilen Ömer Naci’nin vazifesi Azerileri teşkilâtlandırmaktır. O sırada Azerbaycan’da merkezi Gence olan bir hareket başlamıştır. Ruslara karşı ayaklanmalar olmaktadır. Ömer Naci’nin vazifesi bu hareketi desteklemekti.27

1915’te Çanakkale Savaşı devam etmektedir. Haziran ayında İstanbul’da bir edebiyatçı grubu Karargâh-ı Umumi İstihbarat Şubesi Müdüriyeti’nden bir tezkere alırlar. Bu tezkerede sanatkâr, şair ve yazarlardan meydana gelen bir topluluğun Çanakkale’ye gitmesi, savaş alanını ziyaret etmesi istenmektedir. Maksat hem askere moral ve manevî destek vermek, hem de tarihe kalacak sanat eserleri meydana getirmektir. 15 günlük bir seyahat yapılır. Bu heyetin içinde Ahmet Ağaoğlu da bulunmaktadır.28

Meşrutiyet Dönemi’nin önemli yayınlarından biri de 1917’de çıkan Yeni Mecmua’dır. Yeni Mecmua devrin fikir hayatına önemli ölçüde tesir etmiş ve yeni nesillerin yetişmesini, millî şuur sahibi olmasını ve olgunlaşmasını sağlamıştır. Bu yayın organının başında Ziya Gökalp’ı görürüz. Dergiye zaman zaman destek verenler arasında yine Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade bulunmaktadır.

Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp’ın ölümü üzerine bir yazı kaleme alır. Ziya Gökalp Bey adlı bu yazıda Gökalp’ın rolünü ve önemini belirtir. Gökalp, asırlardan beri Türk aydını ile halkı arasında meydana gelen uçurumu kapatmak istemiştir. Gökalp bunun için yeni lisan, hece vezni, halk edebiyatı ve halk musikisi kavramları üzerinde durmuş, Türk aydınlarının bunlarla ilgilenmesini sağlamıştır.

Gökalp bütün bunları bir sisteme bağlamıştır. Bu onun en önemli işi ve meziyeti olmuştur. Ağaoğlu, onun yaptığı asıl yenilik, skolastik düşünce tarzına darbe vurması ve tefekkür tarzını tamamen değiştirmesi, bunda inkılap yapmasıdır, diyor ve bu bakımdan Gökalp’ı Descartes’e benzeterek ülkemizde yeni felsefeyi kurduğunu ifade ediyor. Bizim şimdiye kadar Yunan sanatını, Roma hukukunu alamadığımızı ilâve eder. Gökalp, bunları fikir hayatımıza kazandırmıştır. Onun hedefi Avrupa ile aramızda beliren uçurumun kapanmasıdır. Ağaoğlu’nun bu yazısı Gökalp’la ilgili çalışmalar arasında oldukça önemli bir yere sahiptir.29

Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yenilmiş, onların müttefiki olan Osmanlı Devleti de mağlûp sayılmıştır. İtilâf Devletleri İstanbul’u işgal ederler. O sırada Anadolu’da, merkezi Ankara olan bir direniş hareketi başlar. Türk aydınları gizlice Anadolu’ya geçmektedirler. Yusuf Akçura Ekim 1919’da Ahmet Ferit’in kurduğu Millî Türk Fırkasına girmiştir. 1919 yılı sonunda İngilizler tarafından tutuklanır ve hapsedilir. 1920’de Türk Ocağı’nın başkanı olan Hamdullah Suphi Ankara’ya geçer ve Millî Mücadele’ye katılır. Onun arkasından Türk Ocaklı aydınlar İstanbul’dan Ankara’ya geçmeye başlarlar. Hamdullah Suphi’nin Millî Mücadele’ye katılması Türk aydınlarının Anadolu’ya geçişini hızlandırmıştır. 9 Mart 1920’de Yusuf Akçura, eşi ve Mehmet Emin (Yurdakul) ile beraber Karadeniz’e sefer yapan yabancı bandıralı bir gemiye binerek gizlice İstanbul’dan ayrılır ve Millî Mücadele’ye katılırlar. Ahmet Ağaoğlu, Anadolu’ya geçenler arasındadır. Halide Edip kocası Dr. Adnan Beyle birlikte Millî Mücadele’ye katılmak üzere Ankara’ya hareket eder. 16 Mart 1920’de Özbekler Tekkesi’ne sığınırlar ve Ankara’ya ulaşmanın çarelerini ararlar. Özbekler Tekkesi’nin de Millî Mücadele yıllarında ayrı ve önemli bir yeri vardır. Özbekler Tekkesi, devrin tanınmış birçok şahsiyetinin Anadolu’ya geçişinde köprü vazifesi görmüştür. Bu yüzden bu teşkilât çok geçmeden işgalci kuvvetlerin hışmına uğrar.

Anadolu’da yeni bir hareket başlamaktadır. Bu direniş hareketini basın yoluyla da desteklemek lâzımdır. Yeni hareketin basın-yayın faaliyeti olmalı, amaçlarını dünyaya duyurabilmelidir. Basının gücünü bilen Halide Edip, Ankara yolunda Yunus Nadi ile anlaşır. Bir ajans kurulacak ve bir gazete çıkarılacaktır. Bunun üzerine Hakimiyet-i Milliye Gazetesi çıkarılır ve bir ajans kurulur. Anadolu Ajansı’nın temelini teşkil edecek olan bu ajansın başına Ahmet Ağaoğlu getirilir. Ağaoğlu aynı zamanda Hakimiyet-i Milliye’nin başyazarı da olmuştur. Onlar İstiklâl Savaşı’nın gayesini ve mahiyetini Amerika ve İngiltere başta olmak üzere bütün dünya devletlerine anlatmaya çalışırlar.

Ziya Gökalp 1919’da İngilizler tarafından tutuklanmış, muhakeme edilmiş ve Malta’ya sürülmüştür. 30 Nisan 1921 tarihinde döner ve İstanbul’da bir gün kaldıktan sonar Millî Mücadele’ye katılmak üzere vapurla yola çıkar. Samsun’a varır, oradan Ankara’ya geçer. Bu arada Ali Kemal, Peyam’da Millî Mücadele aleyhinde yazmaktadır. Ali Kemal’in yazıları Anadolu’ya tesir etmekte, halkın moralini bozmakta ve direncini kırmaktadır. Ali Kemal, Anadolu’da meydana gelen hareketi, bir başıbozuk direnişi olarak göstermektedir. Bu arada yalan haber yazmaktan da çekinmez. Ziya Gökalp’ı Samsun’a götüren geminin torpillenerek batırıldığını yazmış, bir hafta sonra Gökalp’ın ailesini taşıyan gemi için de aynı yalanı yazmaya cüret edebilmiştir. Gökalp basının etkisinin farkındadır ve bir dergi çıkarmak istemektedir. Burada İstiklâl Savaşı’nın ehemmiyetini, vatan müdafaasının şart ve elzem olduğunu Anadolu insanına anlatmak ve herkesi vatan müdafaasına çağırmak lâzımdır. Ali Kemal’in, halkın maneviyatını bozucu neşriyatına mani olmak gerektiğini düşünür. Ankara’ya geldiği zaman orada bunun mümkün olmadığını görür. Bir yayın organı kurmaya yetecek malî destek yoktur.

Gökalp Diyarbakır’a gider. Orada aile efradının yardımıyla Küçük Mecmua’yı kurar. Dergi Anadolu’nun her tarafına parasız olarak dağıtılır. Gökalp’ın bu dergiyi devam ettirecek malî gücü bulunmamaktadır. Ankara’da basın işlerine bakan Ahmet Ağaoğlu yardım edeceğine söz vermiştir. Gökalp’a 300 lira gönderir. Gökalp dergiyi çıkarabilmek için bütün imkânlarını kullanır. Kitaplarını satar ve dergiyi devam ettirir.

Küçük Mecmua İstiklâl Savaşı süresince çok büyük bir fayda temin etmiş, halkın manevî gücünü yükseltmiş ve harekete inanmasını sağlamıştır. Sakarya Meydan Muharebesi zaferle sonuçlanmıştır. Mustafa Kemal yeni Türk devletinin rejimini açıklamak için acele etmemektedir. Bir yıl içinde o, Ziya Gökalp ile Ahmet Ağaoğlu’nun görüşlerini dinler. Onlar sık sık toplantılar yaparlar ve Yeni Türk devletinin rejimini ve idare şeklini tartışırlar. Bu toplantılara Mustafa Kemal de katılmaktadır. Gökalp burada Cumhuriyeti, demokrasiyi ve Marksizmi anlatır, Ağaoğlu ise liberalizmi tanıtır. Atatürk her ikisini de dinledikten sonar kararını verecek ve yürürlüğe koyacaktır: 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilân eder. Genel olarak Ziya Gökalp’ın fikirlerini tatbik etmiş görünmektedir. Fakat daha sonra Serbest Fırka’nın kurulması, Ağaoğlu’nun bu parti içinde önemli bir rolünün olması, Atatürk’ün Ağaoğlu’nun fikirlerinden de oldukça etkilendiğini göstermektedir. Atatürk, çok partili hayata geçişin gerekli olduğunu düşünmüş, o günkü şartlar içinde bunun küçük bir denemesini bizzat görmek istemiştir.

Böylece Rusya Türklerinin Yeni Türkiye Devleti’ni şekillendirmede ne kadar önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. Bu rol, 1925’ten sonra Sadri Maksudi Arsal, Zeki Velidi Togan, Ahmet Caferoğlu, Reşit Rahmeti Arat gibi ilim adamlarının Türkiye’ye gelmesiyle yön değiştirmiştir. Atatürk büyük bir ilgiyle hepsinin ilimlerinden ve birikimlerinden istifade etmiş, onlara üniversitelerde kürsüler temin etmiştir. Böylece Türk üniversitelerinde yeni ve çağdaş ilimlerin kurulması sağlanmış ve genç ilim adamları yetiştirilmiştir.






KAYNAK
https://bpakman.wordpress.com/


Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası