PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

HİNT YARIMADASINDA TÜRK İZLERİ

Hint yarımadasında Türk İzleri

Osmanlı’nın altı yüz yıl hüküm sürmesiyle övünenlere “Türkler yedi yüz yıl Hindistan topraklarına hakim oldular ve orada güçlü devletler kurdular”deseniz, olsa olsa “haaa… Tac Mahal… İslam devleti… Hint-İslam devleti” gibi cevaplar alırsınız. Gayet normaldir. Zira Türk’ün kaderi kendi insanı tarafından tanınmamış, düşmanların tarafından reddedilmiş, yabancılar tarafından da başka türlü tanıtılmış olmasıdır.

Türkler ilk kez M.Ö. 9000 yıllarında Alplerin Güneyinde Alpinler olarak ortaya çıktılar. Bir kısmı oradan M.Ö. 6000⇒4000 arasında Hindistan’a göçtüler.

Akhunlar

Hindistan’da bulunan Gupta İmparatorluğu’nun 5. yüzyılın sonlarında parçalanmasından sonra Ak Hunlar’ın Hindistan’a doğru ilerleyen bir kolu 510 yılında İndüs Vadisi’ni ve Ganj Vadisi’ni aldı. Fakat Hindistan’daki Ak Hunlar altıncı yüzyılın ilk yarısından sonra tarih sahnesinden çekilerek yerli halk arasında kayboldular.

Orta Asya’da yerleşik Türkler  M.S. 10. yüzyılın sonlarından itibaren tekrar Hint yarımadasına ilgi duymaya başladılar.

Gazneliler

692px-TE-Gazne_devleti_(1030).svg


İlk Müslüman Türk devletlerinden olan, Alp Tekin tarafından Afganistan ‘da kurulmuş Gazneliler Devleti, Karahanlılarla aynı dönemde yaşamış,  birlikte Asya kıtasında, bölgesel bir güç olmuşlardı. En önemli hükümdarları Gazneli Mahmut’un 11. yüzyılın başlarında Hindistan’ın Pencap bölgesinin yönetimini ele geçirmesiyle Hindistan, Pakistan ve Afganistan ‘da Türk hakimiyeti ile birlikte İslamiyetin yayılması süreci de başlamış oldu. Gazneliler  1040 Dandanakan Savaşı‘yla Batı bölgelerinin neredeyse tamamını Selçuklu Devletiyle kaptırarak yıkılma sürecine girdiler 1183 yılında Gurlular tarafından yıkıldılar.

Gurlular

13. yüzyılın ilk yarısında Gurlu Muhammed’in, Ganj ovasına hakim olmasıyla Türkler, merkezi bugün Afganistan sınırları içinde kalan Gur kenti olmak üzere Hindistan’ın büyük bir kısmına hükmeden güçlü bir yönetim kurdular. 1175 ve 1192 yılları arasında Gurlu Muhammed önderliğinde Uç, Multan, Peşaver, Lahor ve Delhi gibi merkezler işgâl edilerek ele geçirildi. Gurlular’ın kurduğu imparatorluğun  toprakları günümüz İran, Afganistan, Pakistanını, Hindistan’ın kuzey bölgelerini, Türkistan’ın ve Arap ülkelerinin bazı bölümlerini kapsıyordu.

Delhi Sultanlığı

1206’da Gurlular’ın ordusunda yer alarak Delhi’yi fethetmiş Türk/Kölemen general,  Kutbettin Aybek bağımsızlığını ilân etti ve gelecekte Delhi Sultanlığı adı altında yaşayacak sultanlıklar dizisinin ilk halkasını kurdu (1206-1526). 14. yüzyılın başlarına gelindiğinde Delhi Türk Sultanlığı olarak anılan bu devlet, Dekkan ve Maysor’a kadar olan bölgeleri de yönetimi altına aldı. 1526’da toprakları Babür tarafından fethedilinceye kadar Hindistan’a hakim oldu.

560px-Babür_Imparatorlugu


Babür İmparatorluğu

Timur Devletinin yıkılmasıyla Emir Timur’un torunlarından ve Türk Barlas Kabilesi’nden Ömer Şeyh Mirza, Fergana’da bağımsızlığını ilân etti. Ömer Şeyh Mirza’nın ölümünden sonra oğlu Babür amcası ile yaptığı taht mücadesini kaybetti ve emri altındaki beylerle birlikte 1504′ te Kabil’e yerleşti. Babür,  sonra da Hindistan’a seferler yapıp Babür İmparatorluğu’nu kurdu. Babür 150 milyonluk nüfusu ile imparatorluk dünya nüfusunun dörtte birine hükmeder konumdaydı.

Babür Şah’tan sonra Türk kültürü ve Türk dilinin Çağatay lehçesinin yavaş yavaş etkisi azaldı ve yerini Farsça, daha sonra da Urduca aldı.  Ekber Şah döneminde sarayda Hint etkisi arttı. Bu dönemde Hintler de devlet ve askerlik işlerinde görev almaya başladılar.  Cihangir Şah döneminde İngilizler Hint kıtasına gelmeye başladılar. Evrengzib devrinde Hindistan ticareti, İngiliz ve Hollandalıların eline geçti. 1764 yılında yapılan Balkar Savaşı’nda Babürlü ordusu yenilgiye uğradı. İngilizler ile yapılan Allahabad Anlaşması neticesinde alt kıtanın idaresi İngilizlerin eline geçti. 1858 yılında bir isyan üzerine bölgeye müdahale eden İngilizler Babür İmparatorluğu’na son vererek Hindistan’ı, Büyük Britanya İmparatorluğu’na bağladılar. Böylece Türklerin Hindistan topraklarındaki hakimiyeti yaklaşık yedi yüz yıl sonra sona ermiş oldu.

Hindistan’da Türk dönemleri sıralaması

İlk Devletler : 1001-1526
Gazneliler. 1001-1186
Gurlular. 1186-1206
Kölemenler. 1206-1290. Delhi Türk Sultanlığı. Kutbettin Aybek, İltutmuş
Halaçlar (Kalaçlar). 1290-1320. Delhi Türk Sultanlığı
Tuğluklar 1320-1398. Delhi Türk Sultanlığı. Gazi Melik Tuğluk, Behmeniler.
Timur istilası 1938-1939
Tuğluklar 1399-1413. Delhi Türk Sultanlığı.
Seyyidler 1414-1451. Delhi Türk Sultanlığı.
Loldiler (Ludiler – Lodiler). 1451-1526.

Babür Devleti (1526-1857) Hükümdarları
Yerleşme ve Büyüme Devrinde: 1526-1707.
Babür. 1483-1530
Humayun (Hümayun Mirza). 1530-1556
Ekber (Celaleddin Ekber). 1556-1605
Cihangir. 1605-1627
Şah Cihan. 1627-1658
Evrengzib (Alemgir I). 1658-1707

Duraklama ve Gerileme Devrinde: 1707-1857
Bahadır Şah I. 1707
Cihangir İskender. 1712
Ferruh. 1713
Refiudderecat. Şah Cihan II. Muhammed Şah. 1719
Bahadır Şah. 1747
Alemgir II. 1753
Şahı Alem (Alemşah) 1760
Ekber Şah II. 1806
Bahadır Şah II. 1837

Mahalli sultanlıklar
Babür Devletinden önce ve sonrasında Bâbürlüler’in hâkimiyeti dışında kalmış çeşitli bölgelerdeki sultanlıklar arasında  önemlileri:
Bengal Sultanlığı. 1337-1576
Keşmir Sultanlığı
Mâlvâ Sultanlığı. 1401-1531 Orta Hindistanın Malva bölgesinde
Gucerât Sultanlığı. 1407-1573
Beridşahlar. 1492-1619 Hindistan’ın güneybatısında Bidar bölgesinde
Âdilşâhîler Bicapur Devleti 1490- 1686 Güney Hindistan’da Dekkan bölgesinin batısında
Kutubşâhîler. Güney Hindistan’da Dekkan bölgesinde 1512-1687 arasında hüküm süren başşehirleri Golkonda (Gülkende) daha sonra Haydarabad olan bir Türk Şii hânedanı/sultanlığı. Soyları Karakoyunlu Türklerine dayanmaktaydı. 1687’de Babür Devleti topraklarına ilhak edildiler. Hükümdarları:
Sultan Kulu Han. 1512-1543
Cemşid Kutub Şah. 1543-1550
Sübhân Kulu Kutb Şah. 1550
İbrâhim Kutub Şah. 1550-1580
Muhammed Kulu Kutub Şah. 1580-1596
Muhammed Kutub Şah. 1596-1612
Abdullah Kutub-Şah. 1612-1672
Ebü’l-Hasan Kutub Şah. 1672-1687

Mugal – Mughal – Moğol – İslam

Mugal dolaylı olarak Moğol anlamına geliyor. İngilizlerin, Hindistan’ı bir süre işgal eden Emir Timur’un asalet ve göksel bir meşruiyet aradığı için kendisini Cengiz Han’a bağlamak istemesinden ve Hindistan’a gelen Türklerin içinde Moğol boylarının bulunmasından yararlanarak ve de bilinçli olarak uydurdukları bir kavram. İngilizler böylece Hindistan ve Güney Asya’nın büyük gücü Babür İmparatorluğuna Mugal demiş, Batılılar da buna uyduğundan ve çoğu Türkler de bunu kabullenmek zorunda kaldığından Hindistan’da Türk varlığı yanlış isimlendirmiştir.  Halbuki Emir Timur dönemi Hint yarımadasında 700 yıl süren Türk varlığının 2 yılını bile teşkil etmez.

Hint Yarımadasında yaşayan Türk soyluların Türkçe konuşmaması da Mugal deyimine destek sağlamış. Türkler Hint Yarımadasına ordularıyla gelmişler, bundan başka Türk nüfus göçleri olmamıştır.  Türklerin Hint yarımadasına hakim olduğu yıllarda da günümüzde olduğu gibi coğrafyanın nüfus yoğunluğu çok fazlaydı. Bu yüzden ve ayrıca Türk hanedanlarının, askerleriyle birlikte saraylara kapanmaları ve lokal kadınlarla evlenmeleri yüzünden dilleri yayılamamış, lokal diller arasında etkin olamamış, hatta tam tersi olmuş, Türkçe lokal dillerden etkilenmiş, buna bir de çoğu Türk dünyasını etkileyen Farsça da eklenince Türkçe unutulup gitmiştir.

Böylece Hindistan’da yaşayan Türk topluluklarının Mugal diye adlandırılması değiştirilmesi mümkün olmayan hakim anlayış haline gelmiştir. Öyle ki internette yabancı dildeki kaynakları hatta Türkçe kaynakları bile taramak için Mugal, Mughal yazmak zorunluluğu bulunmaktadır. Sonuçta Hint yarımadasında Türk varlığı yok edilmiş yerini etnik Moğol-Muğal-Mugal, Türk Devletinin yerini de Muğal-Mugal İmparatorluğu almıştır.

Gerçeklerden bihaber bazı cahiller bir de Muğalı telafuz hatası sonucu Mungul yapınca Hint Yarımadasındaki Türklerin esamesi kalmamış, devletleri ve kendileri Moğol olmuş çıkmıştır.

Bizim çoğu tarihçiler bile bunlarda etkilenerek, Hindistan’da kurulan Türk devletleri için Mugal, hatta “Türk-Moğol” adını kullanmayı tercih ederken bazıları Moğol yanlışlığına düşmemekle birlikte “Türk-İslam” adını kullanmıştır.

Hint yarımadasında Moğol izi taşıyan herhangi bir esere rastlamanın mümkün olmaması bile söz konusu devletlerden “Moğol” devleti olarak söz etmenin doğru olmadığının göstergelerinden biridir. Oysa, yarımadanın her yerinde Türk-İslam eserlerini görmek mümkündür.

İslam unsuru

Türklere İslamiyet’in kılıç zoruyla kabul ettirildiği dönem 670-740 yılları arasıdır. Sonrasında Türklerin Müslümanlığı tanıma ve tasavvuf yoluyla benimseme dönemi gelir. Türklerin Hindistan’a girdikleri dönem de bu evrelerin sonlarına denk gelmektedir. Hindistan’a gelen Türklerin Müslüman olmaları nedeniyle Hint kültürünü etkileyen unsurların, temelde İslam kültürü etkisi gibi görünmesine neden olmuştu. Hindistan’da İslamiyet’i kabul edenlerin sayısı arttıkça , Türk etkisinin “Türk-İslam” kültürü biçiminde görülmesi de artmış oldu.

Türklerin Hindistan’a girmesi hiç de kolay olmamış başlarda Kuzey Hindistan’daki hakimiyetleri uzun süren çetin savaşlar sonunda mümkün olabilmişti. Sıcak, rutubet, bol yağış ve yılda iki-üç kez hasat yapmaya elverişli verimli Hindistan toprakları Türklerin hiç de alışık olmadığı iklime sahipti. Çok farklı bir coğrafyada ve farklı yaşam biçiminin hüküm sürdüğü yörelerde yedi yüz yıla yakın bir süre hüküm sürmek hiç de kolay değildi. Türkler; Hindistan’a hakim olurken savaşçı güçlerini kullandılar. Hakimiyeti ele geçirdikten sonra uzun süre geniş toprakları yönetebilmelerini ise halka eşit davranmalarıyla olabildi. Bu da Hindistan’da kast sisteminin zayıflamasına neden oldu. Tebaalarında bulunan insanları ırk ve din bakımından ayırmadılar, kimseye ayrıcalık tanımadıkları gibi baskı da uygulamadılar. Bir etnik grubu bir diğerine üstün saymadılar ve birbirlerine düşman etmediler. Öyle ki Babür Devletinin kurucusu Babür’ün torunu Şah Ekber’in (1556-1605) eşlerinden müslüman, Hindu, Hıristiyan olanlar vardı. Ekber onların ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için saraylarında şapel, tapınak yaptırmıştı. Fetihpur Sikri’de inşa ettirdiği Bülend Darvaza kapısının iç yüzünde Kur’an ayeti yerine Hz. İsa’nın: “Bu dünya bir köprüdür, üzerinden geçin fakat orada evinizi yapmaya kalkışmayın. Bunu bir an için bile düşünen kişi ebediyen bu düşüncesinden uzaklaşamaz ve kurtuluşa eremez” sözlerinin yazılı olması Ekber’in din ayrımından uzak olduğunun bir başka göstergesidir. Ekber daha da ileri giderek Hindistan’da bulunan tüm inançların bir sentezini oluşturmak istemişse de, bunda başarılı olamamıştı. Dinciler bunu “Din-i İlahi” adı ile derleme bir din kurmaya çalıştı diye nitelerler ve bu yüzden Ekber’i sevmezler.

Falih Rıfkı Atay, “Hind” adlı ünlü eserinde, Hindistan’da çok sayıda Müslüman’ın yaşadığını şöyle ifade etmektedir: “11.-16. yüzyıl arası Türkler Hindistan’a İslamiyet’i yaydılar. Seksen milyonluk İslam yığını Türk saltanatlarının mirasıdır. “ (Atay, 1943; 34). Falih Rıfkı Atay kitabında, R. Coupland’ın bir yorumuna da yer vermektedir: “Müslümanlar, yerli halkı, kılıçla din dönme arasında seçmeli bırakmadılar. Türkler, Avrupa’daki çağdaş Hıristiyan hükümdarlarının hepsinden daha liberaldi…” (Atay, 1943; 34). Batılı bir araştırmacının böyle bir ifade kullanması oldukça anlamlıdır.

Hint yarımadasında Türk eserleri

Türklerin amaçları, Hint diyarını yakıp yıkmak, talan etmek ve sömürmek olmamıştır. Aksine, bu toprakları kendilerine yurt edinmek, daha yaşanır hâle getirmek istediklerini  bıraktıkları ölümsüz mimari eserlerden anlayabiliyoruz. Bu uzun devirde Hindistan İtalya rönesansı, XIV. Louis ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleriyle kıyaslanacak parlak yükselme kaydetmiştir. Şah Cihan’ın saltanatı, imparatorluğun mimarlık ve sanat alanında altın çağıdır. Agra’daki efsanevi Tac Mahal’in yanı sıra pek çok mükemmel eser onun döneminde yapılmıştır.

Türklerin, uygarlıktan yoksun, sadece savaşmayı bilen, önüne geleni yakıp yıkan ve talanla geçinen bir ulus olduğunu işleyenler var. Talancı uluslar, ele geçirdikleri topraklara yatırım yapmazlar. Türklerin bıraktıkları ölümsüz mimarî eserlere baktığımızda ise Türklerin geldikleri toprakları “yurt” edinmek istediklerini anlamak hiç de zor değildir. Türkler gerçekten de gittikleri yörelere kendi kültürlerini taşıyan, yöre insanıyla kaynaşan uygar ulus olmuşlar. Bu sayede sadece Orta Asya’da ve Çin’de değil, Hindistan’da da Türk izlerini görmek mümkün olmuştur. Türklerin MS 10. yüzyıl sonlarından itibaren Hindistan topraklarına kuzeyden girmesiyle, Türk kültürünün Hint kültürünü etkilediği açıkça görülmektedir. Çin’de örnek kentler kuran Türklerin torunları, aynı başarıyı Hindistan’da da göstermişlerdir. Orta Asya’da, Tun Huang (okunuşu: dun huang) Budist tapınaklarını inşa eden Türkler, Hindistan’da da mükemmel saraylar, camiler ve türbeler inşa etmişler.

Türkler Hindistan’a geldiklerinde Hindistan, tapınak ve anıtlarla dolu bir memleketti. İki milyondan fazla tanrı idolü bulunmaktaydı. Türkler, İslamiyet’le birlikte cami ve türbe kültürünü de Hindistan’a getirmişler. Önceleri, Hintli usta ve sanatçılarla çalışmışlar. Bundan dolayı, ilk yapılan eserlerde, mimari bir sentez görmek mümkün. Babür döneminde ise, başta İstanbul olmak üzere, çok sayıda Türk usta ve sanatçı Hindistan’a getirtilmiş. Bu dönem eserleri hemen kendisini belli eder. (Atay, 1943; 35).

Hindistan’ın öz yapı üslubu ile Türklerin getirdiği mimari şekli tam bir tezat meydana getirmiştir. Hint mimari stili sayısız heykel ve süslerle kaplı yüksek yapılar şeklinde kendini gösteriyordu. Buna karşılık Türk-Müslüman mimarisinde gösterişsiz düz duvarlar ve mimari şekillerde açıklık ve uyum göze çarpıyordu. Heykel ve insan figürleri kesinlikle kullanılmıyordu. Hint mabetleri tanrı heykellerinin bulunduğu zemin üzerinde yükseltilmiş kümbet ve kalın sütunların dizildiği dehlizlerden ibaretti. Buna karşılık camilerde cemaatin toplandığı geniş bir avlunun bulunması gerekiyordu. Hindistan’da o dönemler bu karakterde iki cami stiliyle göze çarpmaktaydı. Birincisinde, etrafı sundurmalarla çevrili bir alandan ibaret olan namazgâh denilen cami şeklinde, cami alanının kıble tarafından büyük kemerlerle süslü mihrap ve minare bulunurdu. İkinci stilde camiler kalelerin içinde veya medrese gibi yapıların ortasında bulunurdu. Kale duvarlarının dört köşesinde bulunan toparlak kuleler ise minare olarak kullanılmıştır. Türklerin yönetimi döneminde Hindistan’da yarım küre şeklinde kubbeler görülmeye başlandı. Budizm’in etkisi altındaki Uygur sanatında lotus yani nilüfer çiçeği şeklinde süslemeler vardı. Bu süsler, Hindistan’da Türk döneminde görülmektedir. Türk mimarisinin her döneminde görülen özelliklerden birisi olan küçük kubbelerin sıra sıra dizilmesi Hint-Türk eserlerinde de yer almıştır. Kubbeli türbeler de Türklerin Hindistan’a getirdiği Hakanlı ve Selçuklu türbelerinden etkilenen bir yapı şeklidir. Türklerin Hindistan’a getirdikleri diğer bir mimari özellik kemerlerdi. Budist dönemde bu şekil Orta Asya’da gelişmiştir. Tahta kalıplara dökülen kemer, Budizm’in Hindistan’dan çıkmasından sonra Hindistan’da görülmemiştir. Türk döneminde tekrar görülmektedir. Bundan başka, Türkler Hindistan’a Orta Asya saray mimarisini de getirdiler. Bilindiği gibi Orta Asya’da egemen olan Türkler çadır veya tahtadan yapılan köşklerde otururlardı. Kalelerin içine de bu şekilde çadır veya köşk kurarlardı. Bu özelliği aynı şekilde Hindistan’da inşa ettikleri kalelerde de görmekteyiz. Yapılarda Hindistan’ın doğal zenginliklerinin verdiği bütün malzemelerden yararlanılmış, kırmızı kumtaşı, çeşitli renklerde mermer, taş, tuğla ve birçok değerli ve yarı değerli taşlar kullanılmıştır. Türbeler özgün yapılarıyla, Hindistan’da birer Türk mührü gibidir. Türk eserleri sadece bir-iki kentte toplanmış olmayıp geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Buradan da şunu anlıyoruz ki Türkler, Hindistan’ın küçük bir bölgesinde değil, hemen hemen tüm Hindistan’da, günümüz Pakistan’ında, Bangladeş’inde etkili olmuşlardır.

Türk-Delhi Sultanlığına ait pek çok mimarî eser günümüze ulaşamadan yok olmuştur. Kalanlar ise harap bir hâldedir. Kerpiç ve ahşaptan yapılmış olan pek çok mimarî eserden bazısı günümüze ulaşamadan tümüyle yok olmuş, bazısı da yıkıntı olarak günümüze kadar ulaşmıştır ve çoğu harap hâldedir. Ancak günümüze kadar ulaşan bu kalıntılar bile, bu eserlerin dönemlerinde ne kadar muhteşem yapılar olduklarını anlamamız için yeterlidir.

Atatürk ve Turan

Tarihte Türk izlerinin bulunmasına büyük önem veren ulu önder Atatürk, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulması direktifini vererek Orta Asya’dan Hindistan’a, Hindistan’dan Mezopotamya’ya, Mezopotamya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’ya adım adım Türk kültürünün araştırılmasını hedeflemiştir. Günümüzde bazı bilim adamları hala, Ankara’daki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesinde neden Sinoloji, Hindoloji, Sümeroloji, Hititoloji ve Hungaroloji kürsülerinin yer aldığını kavramakta zorlanmaktadır. Bu bölümlerin yanında da Arkeoloji, Antropoloji, Sanat Tarihi ve benzeri kürsülerin de bulunması rastlantı değildir.

Hindistan’daki Türk etkisi ve izlerini bilmeyenler, Hindoloji’nin neden kurulduğunu anlamakta elbette ki zorluk çekerler. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin ön cephesinde taş kabartma olarak Ulu Önder’in güzel bir sözü yer almaktadır. “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.“




Hint yarımadasındaki Türk eserlerinden bazı örnekler

                                             Fetihpur (Fatehpur) Sikri
Agra’ya 37 km mesafede bugün harabe halinde eski bir şehir. 1569-1585 yılları arasında Hükümdar Celaleddin Muhammed Ekber tarafından inşa ettirilmiştir. Üç tarafı kale duvarları ile çevrili. Dördüncü tarafında çok büyük suni bir göl vardı. Ekber’in buraya şehir kurmasındaki sebep, orada yaşayan ve kendisine çok hürmet duyduğu, ermiş Selim Çisti’nin oturduğu yer olması. Selim Çisti, Sikri (Sihri) köyü yakınlarında bir mağarada yaşayan Çistiyye tarikatı şeyh­lerindendi. Çisti, erkek çocuğu olmayan Ekber sultana yakında bir oğlunun olacağını müjdeler, Ekber Şah bununun üzerine burada bir saray inşa ettirmeye karar verir ve başkentini Agra’dan Sikri’ye taşıyarak ermişi onurlandırır.

Fetihpur (Fatehpur), zafer şehri anlamına gelmekte. Gujarat fethini temsil eder. Fetihpur Sikri Babürlüler’in 1574-1586 yılları arasında başşehri olmuş. Su yetmezliğinden 1586’da terk edilir.

Fetihpur Sikri’de Ulu Cami, Selîm Çistî ile torunu İslâm Han’ın türbeleri, saray ve hükümet binaları ile aşevleri, çarşılar, kervansaraylar ve hamamlar yapılmış. Sarayın bölümlerini oluşturan Dîvân-ı Hâs (özel misafirlerin kabul edildiği salon), Penç Mahal (5 katlı bina), Dîvân-ı Âm (halkın kabul edildiği salon), harem daireleri ve hükümet binaları birbiriyle bağlantılı inşa edilmiş ve etrafı duvarla çevrilen bu külliye Hâthî Pol (filler kapısı) denilen büyük bir kapı ile dışarıya açılmış. Ortasında sekiz köşeli bir sütunun yükseldiği tek bir mekândan ibaret olan Dîvân-ı Hâs, bu şehirdeki Ulucami gibi dünyada bir benzeri bulunmayan ilginç bir yapıya sahip. Dîvân-ı Âm ise 111 tane cumba tarzında duvar bölmesiyle çevrilmiş ve batı tarafına sultanın tahtı yerleştirilmiş genişçe bir mekândan oluşur. Ayrıca Defterhane (kayıtların tutulduğu ofis) ve Mektebhane (yazılı metinlerin, kitapların tercüme edildiği yer) bölümleri de bulunmakta.

Ulu Camii
1571-72 yılında bitirilmiş olup şehirdeki en önemli mimari eserlerden biri.  Cami Mescid olarak da adlandırılır. Mekke’de içinde Kabe’nin bulunduğu  Mescid’i kopya etmek amacıyla inşa edilmiş. HaramGüneyinde Bülend Darvaza adıyla bilinen zafer takı niteliğindeki 1602 tarihli ana giriş kapısı, Doğusunda Badaşi Darvaza kapısı yer alır.

Selim Çisti Türbesi
Ulu Camii avlusunda yer alır. 1570 yılında mükemmel bir işçilikle ve beyaz mermer malzemeyle yapılmış.

Bülend Darvaza
Anlamı: Yüksek Kapı – Muhteşem Kapı.  Fetihpur Sikri’de bulunan 54 metre yüksekliğindeki anıtsal yapı. Babür Türk Devletinin 1556-1605 arası Hükümdarı Ekber’in Gujarat üzerine yaptığı seferden zaferle dönmesi hatırasına yaptırılmış. Bu yüzden “Zafer Kapısı” da denilmekte. Cami Mescidin Güneydeki ana kapısını teşkil eder. İç yüzünde Hz. İsa’nın: “Bu dünya bir köprüdür, üzerinden geçin fakat orada evinizi yapmaya kalkışmayın. Bunu bir an için bile düşünen kişi ebediyen bu düşüncesinden uzaklaşamaz ve kurtuluşa eremez.” sözleri yazılı. Darvaza Azerbaycan ve Türkmen Türkçesinde büyük giriş kapısı demektir. Bazı Türk ağızlarında darbaza da denmekte.

Sultan Sarayları

Ekber’in Müslüman, Hindu ve Hıristiyan üç eşinin Fetihpur Sikri’de ayrı konakları/sarayları (harem daireleri) bulunmaktaydı:
1. Jodha (Codh) Bai Sarayı
Ekber’in Hindu eşi Jodha için yapılmış. Ekber’in üç eşinin sahip olduğu sarayların en büyüğü.  Jodha, Amber Mihrace’nin kızıydı.  Konağın içinde bir Mandir (Hint tapınağı) bulunmakta.
2. Meryem Konağı
Ekber’in Hıristiyan eşi ve oğlu Cihangir’in annesi Meryem (Miriam- Mariam uz Zaman) için yapılmış. Duvarlarında minyatürler olan küçük sarayın içinde bir de mini şapel yer alır.
3. Sultan Begüm Evi
Ekber’in Türk-Müslüman eşi Sultan Rukiye Begüm’ün oturduğu ev. Ana saraya en yakın sultan evi. Ahşap süslemeleriyle öne çıkar. Yapının içinde bir Türk hamamı da yer almakta.

Panç (Penc) Mahal 
Budist mimari tarzda inşa edilmiş 5 katlı bina. Onun için Beş Saray anlamına gelir.  Ekber Şah ve eşlerinin eğlenmeleri için kullanılırdı. Her kat bir öncekinden daha küçük olarak inşa edilmiş dolayısıyla daralan bir mimari yükselişe sahip yapının son katında tek odacık yer alıyor.

Cuma Mescidi
1648 yılında Şah Cihan’ın kızı Cihanara Begüm adına inşa edilmiş, yerine Agra Kalesi Demiryolu İstasyonu yapmak için yıkılmış.




AGRA

Agra Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradeş eyaletinde, Yamuna Nehri kıyılarında bir şehir. Babür döneminde Hint-Türk İmparatorluğu’nun başkentiydi.

Ekber’in Türbesi

Delhi – Agra yolunda şehrin birkaç km dışında Sikandara’da bulunan bu türbe Babür Devleti hükümdarı Ekberin defnedildiği yer. Ekber Şah, kendi sağlığında  kişisel felsefi görüşleri doğrultusunda İslami, Hindu, Budist, Jain ve Hıristiyan motifleri bir araya getirerek dinlerin kardeşliği ilkesini ortaya koyacak bu yapıyı 1605 yılında inşa ettirmeye başlamış. Ölümünden sonra oğlu Cihangir babasının planlarının çoğunu değiştirerek bu yapıyı ortaya çıkartmış. Dördü kırmızı kumtaşından, beşincisi de beyaz mermerden ve yukarıya doğru piramit gibi daralan beş katlı bir yapı. O yüzden Panç (beş) Mahal diye adlandırılan türbenin yapı stili Güney Doğu Asya’da Kemer stilini andıran Budist vihara yani mabetlere benzer. Ekber’in sade bir lahdi var, yapının bodrum kısmında gömülü. Ekberin kızları Şakrul Nişa Begüm ve Aram Banu’nın mezarları da burada. Ekber’in müslüman eşi, Cihangir’in annesi,  Meryem el Zamani’nin türbesi de Sikandra’da.

İtimad-üd Devle Türbesi

İtmad-ud-Daulah ve Bebek Tac olarak da bilinir. 1622 -1628 arasında Hükümdar Cihangir’in eşi Nurmahal tarafından Agra’da babası  Mirza Ghiyas Bey’e türbe olarak yaptırılmış. Aynı zamanda Nur Mahal’ın annesi Asmat Begüm’ün de  türbesi. Türbenin her tarafı mermer. Mermerin üzeri türlü renklerde değerli taşlarla kakma yapılarak işlenmiş. Bunlar genellikle bitki motifleri. Sanduka, kubbeye benzer bir çatı ile kapatılmış, pencereleri ise mermer kafesli. Gerçek mezar Türk geleneklerine uygun olarak türbenin altında. Hindu stilinin yanında türbede Selçuklu ve Osmanlı etkileri tam bir uyum içinde.

Tac Mahal

Elbette zamana yenik düşmeyip, dönemin ihtişamını günümüze kadar taşıyan eserler de bulunmakta. Bunun en güzel örneği Hindistan’ın sembolü haline gelen “Tac Mahal”.
Tac Mahal, Türk hükümdarı Şah Cihan tarafından çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı beyaz mermerden bir anıt mezar. Muhteşem görünümüyle bir sarayı andıran Tac Mahal, aslında bir türbe.
Mümtaz Mahal, 17 yıl evli kaldığı imparatora 14. çocuğunu doğururken 1629 yılında ölmüş ve Şah Cihan’ı dayanılmaz acılar içine sürüklemiş. İmparator, bu acı kayıptan sonra 2 yıl süreyle yas tutmuş ve çok sade bir hayat sürmeye başlamış. Şah Cihan, İmparatorluğunu genişletmek ve yeni ülkeler fethetmekten çok mimari alanında sanat eserleri meydana getirmeye yönelmiş. Eşine olan sevgisinin büyüklüğünü bütün dünyaya kanıtlamak için bu anıt – mezarı yaptırmaya karar vermiş. Tac Mahal’in yapımına 1632 yılında başlanmış ve anıt, 21 yıl sonra 1653’de tamamlanmış. Yapımında sadece Hindistan’dan değil Orta Asya’da birçok yerden getirilen toplam 20 bin işçinin çalıştığı bilinmekte. 2.5 ton ağırlığında olduğu tahmin edilen mermer bloklar 300 kilometre uzaklıktan taşınırken sayısı bine yaklaşan filler kullanılmış. Bu blokların yapının tepesine çıkartılması için 3.2 km. uzunluğunda bir rampa yapılmış.
Tac Mahal’in icinde bulunduğu geniş arazi, Yamuna nehrinin kıyısında kurulmuş iki girişi olan yemyeşil bir bahçe. Her giriş kapısı birer cami şeklindedir ve kırmızı taştan yapılmış. Bu yapıların üzerine Kuran’dan ayetler işlenmiş.
Tac Mahal’in mimarının kim olduğu konusunda farklı görüşler bulunmakta. Tac Mahal’in mimarı konusunda önceleri Osmanlı mimarı Mehmed İsa Efendi olduğu görüşü kabul görmüşse de, daha sonraları Mimar Ahmed tarafından yapıldığı görüşü kabul edilmiş. Şah Cihan’ın gözdesi olan Mimar Ahmed, Mimar Sinan’ın öğrencisi olan ve sonradan Hindistan’a çağrılmış  Türk mimarı Yusuf’un oğlu.





Agra Kalesi (Red Forth- Kırmızı Kale)
Şah Ekber tarafından 1565 yılında yapılmaya başlanmış ve çeşitli eklerin inşasıyla Şah Cihan tarafından bitirilmiş. Kale, önceleri askeri amaçlı olarak yapılmışsa da Şah Cihan burayı bir saray olarak kullanmış. Şah Cihan, yaşamının son günlerinde büyük oğlu Âlemgir tarafından buraya hapsedilmiş ve penceresi Tac Mahal’e bakan sekizgen kulede ölmüş. Kalenin çevresi 2.5 km. uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğindeki duvarlarla koruma altına alınmış.

Moti Mescid (İnci Camii-Mina Mescid)

1648-1655 yılları arasında Agra kalesinde  kırmızı kumtaşından inşa edilmiş. Üzeri sedef görünümünde beyaz bir mermerle kaplanmış. Dilimli kemerleri ve süslü kolonları ile nefis bir eser. Mescidin içindeki Farsça yazıtlarda yapı mükemmel bir inci ile kıyaslanmakta.

Cihangir’in Sarayı

Şah Ekber, oğlu Şah Cihan için yaptırmış. Geleneksel Hindu ve Orta Asya  mimarilerinin ilginç bir karışımı.

Divan-ı Aam: İmparatorun halkı huzuruna kabul ettiği salon. Şah Cihan tarafından yaptırılmış, Mermer ve ağaç oyma işçiliğini birlikte kullanan eşsiz bir eser.


Divan-ı Khas: İmparatorun önemli elçileri ve ziyaretçileri kabul ettiği salon. Ünlü tavuskuşu desenli taht, Âlemgir tarafından Delhi’ye götürülmeden önce burada bulunuyordu.


Mahal (Aynalı Salon): sarayın harem dairesi, duvarları küçük küçük aynalarla dekore edilmiş.


Anguri Bagh (Üzüm Bağı): bir Moğol bahçe mimarisi örneği.

Cihangir’in Havuzu (Hauz-i Cahangiri): Saray bahçesinde yer alır, yekpare taştan oyulmuş.




Delhi

Kuvvet-ül İslam
Delhi’de 1193-1197 yılları arasında inşa edilen cami. Önceleri Kubbet-ül İslam denilmekteydi.  Günümüzde harabe halinde. Bu görünüşüyle bile dünyanın en muhteşem yapılarından sayılabilir. Cami, Delhi’yi fetheden Delhi Türk Sultanlığının kurucusu Kölemen Kudbeddin Aybek tarafından yaptırılmış. Daha sonra, sırayla 1230 yılında İl-Tutmuş, 1315’te Alaeddin Kılcı gibi sultanlar camiye çeşitli eklemeler yaptırmışlar. Caminin bir iç bir de dış avlusu bulunmakta. Caminin doğu duvarında bulunan bir yazıda, bu caminin yirmi yedi Hindu tapınağının malzemesi ile yapıldığından bahsedilmekte. Bu yüzden iç avluda bulunan sütunlarda Hindu izleri görülmekte. İltutmuş Dönemi’nde yapılan bölümler İslamî karakterdedirler. Halen sağlam bulunan kısım ise, yapının batı yönündeki 120 metre uzunluğunda kemerler dizisi. İltutmuş, camiyi iki kat büyütmüş. Caminin alanı içinde kendisi için bir türbe yaptırmış. Alaeddin Kılcı ise camiye havuzlar ve kemerler ilave ettirmiş.

Kutb Minar

Kutub Minaresi. Kuvvet-ül İslam Camisi avlusunun içinde. 73 m yüksekliğinde. Kutbeddin Aybek tarafından 1200 lerde kazandığı zaferin sembolü olarak tuğladan inşa ettirilmiş. Burada bulunan bir yazıda 1368 yılında yıldırım düşmesiyle zarar gören minarenin Firuz Şah Tuğluk tarafından tamir ettirildiği ve beşinci kat ilave ettirildiğinden bahseder. Beşinci katın üstü bir kubbe ile örtülmüş. Hindistan’daki Türk-Müslüman egemenliğinin soylu anıtlarından biri. Orta Çağ’ın ünlü gezgin ve yorumcusu İbni Batuta, Kutb Minar için “diğer İslam topraklarında bir benzeri bulunmayan dünyanın harikalarından biri” diye söz eder. Günümüzde de büyüleyici görünüşü, harika işçiliği ile benzerleri içinde en güzeli olduğu kabul edilmekte. Dünya Kültür Mirası listesinde bulunmakta.

Gıyaseddin türbesi

Gıyaseddin Tuğluk’un Tuğlukâbâd’daki türbesi. Delhi’de 1325 yılında kırmızı kumtaşından yapılmış ve kare şeklinde. Duvarları çok kalın. Bu kütlevi ve ağır görünüşlü yapının çevresi taştan burçlarla kuşatılmış. Türbe adeta kale görünümünde. Türbenin üzerindeki beyaz mermer kubbe sekizgen bir silindirin üzerinde yer alır. Türbenin dış duvarları kırmızı kumtaşından işlemelerle örtülü. Türbe, Hindistan’da Türk-Müslüman mimari tarihinin önemli bir dönemeci sayılır. Zira duvarları belli bir eğime sahip ilk bina niteliğini taşır. Türbe inşa edildiği zaman yapay bir gölün ortasında bulunuyordu.

Kalan mescid

14. yüzyıla ait Delhi camileri içinde en önemlisi. Yapının köşelerinde kubbeli burçları, giriş kısmının iki tarafında bulunan sivri başlıklı silindir şeklinde minareleri ile ihtişamlı bir görünüşü var.





Humayun Türbesi

Ekber’in babası Hümayun için Delhi’de 1565­-1569 arasında inşa ettirdiği türbe. Bazı kaynaklara göre eşi Hacı Begüm tarafından inşa ettirilmiş. Türbe yüksek duvarlarla çevrili büyük kare şeklinde bir bahçenin ortasına yerleştirilmiş. Batı ve güneyinde iki tane çok yüksek tak şeklinde gri taştan iki büyük kapı var. Üzerleri kırmızı kumtaşı ve beyaz mermerlerle süslenmiş. Türbenin ana gövdesinin şekli kısa dört uzun kenarlı sekizgen. Dış kubbenin içinde bir de iç kubbe var. Bu Türkistan stilleridir. Dış kubbe beyaz mermerden, soğanı andıran şekilde. Dünyanın en güzel kubbelerinden biri diyebileceğimiz bu kubbe silindir şeklinde bir platforma oturtulmuş. Üzerinde bakırdan bir alem var. Türbenin içinde sekizgen biçimli birçok odacık var. Hindistan’da daha önce böyle zarif bir iç düzenleme ve koridorlar kompleksi inşa edilmemişti. Diğer bir özellik de kubbenin dört köşesine yerleştirilen çatri, yani kulelerin ilk defa kullanılmasına örnektir. Gerçekte Hümayun’un türbesi tasarımındaki saflık ve basitlik, oranlarındaki mükemmellik ve mermerle kırmızı kumtaşının karışımındaki ustalık sebebiyle birçok özelliklerle dolu bir yapı. Türbeyi çevreleyen bahçede diğer Türk bahçelerinde olduğu gibi taşlarla döşenmiş patikalar, çiçek tarlaları, selvi ağaçları ile süslü su yolları, su depoları ve fıskiyeler var. Binanın mimar ve ustaları Semerkand ve İran’dan gelmiş. Yapının mimarı Mirza Giyas. Türbede çeşitli yapı şekillerini bir arada görülmekte: Bahçesi ile dış kısımdaki yan yana kemerler İran, kubbesi ve planı Türk, kubbenin köşelerindeki çatri yani kuleler ise Hindu stiline örnek. Bu başarılı karışımından zarif bir yapı ve büyük bir sanat eseri ortaya çıkmış.

Cemali-Kemali Mescidi

Bu mescid Türk-Müslüman mimarisi için ilgi çekici bir örnek olup Delhi’de Hümayun dönemine ait geride kalan tek eser. Diğerleri saltanatı ele geçirip 1540-1555 yılları arasında Delhi’de Suri hanedanını kuran Afgan Prensi Şehr Şah zamanında yıktırılmış.

Lal Kila (Kırmızı Kale – Red Fort)

Hükümdarlığının on bir yılını Agra’da geçiren Şah Cihan, başkentini Delhi’ye taşımaya karar verince mimarlarına Agra ve Lahor’daki kaleler gibi bir kalenin Delhi’de inşasını emreder. İnşaat 1618 de başlanır 1648 de tamamlanır. Kalenin mühendisleri Ahmed ve Hamid. Çevresi 2.4 kilometre. Cumna nehrine bakan duvarları 18.2 metre yükseklikte, kara tarafındaki duvarları ise 33.5 metre yüksekliğinde. Kaleyi ayrıca 22.8 metre genişlik ve 9 metre derinliğinde bir su kanalı çevirir. Kalenin duvarları kırmızı kumtaşından yapılmış ve kalenin dışardan çok güzel görünmesine yol açan kuleler, kubbeler, pencereler ve duvarlara oyulan resimlerle kaplanmış. Bu yüzden kaleye Kırmızı Kale yanı Lâl Kila denilmekte. Zamanla çeşitli olaylarda Kırmızı Kale’nin pek çok bölümü yıkılmış.

Cama Mescid

Hindistan’da bulunan camilerin en büyüğü olan Delhi’deki Cama – Cami – Camia Mescid’in yapımına 1650 yılında başlanmış. Mimarı üstad Halil’dir. Caminin yapımı sırasında beş yüz işçi çalışmış ve altı yılda tamamlanmış. Caminin alanı 1170 metrekare. Bir platformun üzerine inşa edilen camiye güney, doğu ve kuzeyden olmak üzere üç kapıdan girilir. Bu üç giriş tabanı büyük kırmızı kumtaşı bloklarıyla döşenmiş bir avluya açılır. Avlunun batı tarafında cami bölümü bulunur. Camide üstleri bakır kaplamalı üç kubbe var. Bu kubbeler caminin ihtişamın artırıyor. Ortadaki kubbe diğer iki kubbeden daha yüksek ve büyük. Caminin kuzey ve güneyinde zarif bir şekilde incelerek yükselen iki minare var. Bu minareler 39.6 metre yüksekliğinde olup dikey yerleştirilmiş beyaz mermer ve kumtaşı şeritlerden meydana gelmiş. Her minarenin üç şerefesi vard. Minareler 130 basamaklı. Çadıra benzeyen, sivri kaplamalı sekizgen mermerden bir kubbe ile örtülüler. Camii Mescid plan bakımından Agra’daki Moti Mescidi’ne benzer. Caminin giriş kapısı Fatehpur Sihri’deki Bülend Darvaza gibi ihtişamlı değilse de yine de onun kadar çok ihtişamlı ve güzel. Yapının önemli özelliklerinden olan siyah ve beyaz mermerin kırmızı kumtaşına yapılan kakmaları, genişliğini daha da fazla gösteren odalarla dolu avlusu, kemerleri destekleyen büyük duvarları, zarif minareleri ile kuru soğan şeklindeki kubbeleri ve dekoratif süslemeleri ile günümüze kadar bozulmadan gelmiş muhteşem eserlerden birisi. Cami, muhteşem yapısı ile saygı duyulacak bir eser.

Safdercun Türbesi

Safdercun – Safder Ceng olarak da bilinen Vezir Mirza Mukim Ebul Mansur Han’ın kumtaşı ve mermerden 1754’de yapılmış türbesi.

Lahor

Lahor günümüzde Pakistan’ın kuzeydoğusunda Pencap Eyaleti’nin yönetim merkezi. 1584-1598 arasında Celaleddin Muhammed Ekber’in, 1605-1628 arasında Ekber’in oğlu Cihangir’in başkenti olmuş.

Cihangir’in Anıt Mezarı

Nureddin Muhammed Cihangir’in ve eşi Nur Cihan’ın Lahor’un 4 mil kuzeyinde Şahdara’da bulunan anıt mezarı 10 yılda tamamlanmış ve 1637’de bitmiş. Cihangir’in karısı Nur Cihan tarafından yaptırılan bu eser kayınpederi İtimad-ud-Daula anıt mezarıyla aynı plânda olup ondan az daha büyük. 7 m. yüksekliğindeki yapıda yer yer kakma taşlarla tasvirler yapılmış. Dört köşesinde 32’şer m. yüksekliğinde minareleri var. Sikh egemenliği sırasında harap edildiğinden anıt mezar günümüzde orijinal biçimini kaybetmiş.

Lahor Kalesi

Daha önce bir çok kez yapılmış yıkılmış olan kalenin inşası 1566’da Ekber tarafından başlatılmış ve oğlu Cihangir tarafından tamamlanmış. Eski kale diye de bilinir. Kırmızı kum taşından. Erken dönem Babürlü mimari örneklerinden. İçi ve dışı oldukça  düzenli. Kale Şah Cihan döneminde ve sonraları Sikh egemenliğinde pekçok değişikliğe uğramış. Şah Cihan kale içinde birçok ak mermerden anıt ve yapı inşa ettirmiş. “Çilsütun” yani kırk sütun denilen Divan-Umm, Musemmen Burç ve içindeki Şiş Mahal, hvabgah (uyku odası), hükümdarlık hamamı, ayrıca kadınlar bahçesi kale içindeki  yapılardan bazıları. Yapılarda çini süslemeler kullanılmış. 1763’de kalenin Alemgir girişi (kapısı) yapılmış.

Şalamar Bahçeleri

Ünlü Şalamar bahçesi Şah Cihan’ın mimari zevkinin örneklerinden. Şalamar adında Lahor, Delhi ve Keşmir’de (Sirinagar) üç bahçe var. Lahor Şalamar bahçesi Şah Cihan’ın Lahor’u ziyaret ettiği  zamanlarda kalması için özellikle tasarlanmış. Ali Mardan tarafından yapılmış. Bahçe üç kademe olarak inşa edilmiş. Bahçe içinde yazlık evler ve birkaç ak mermer köşk de bulunur. Üç büyük havuzu, şelâleleri ve sayısız fıskiyeleri bahçeyi daha da güzelleştirmekte.  Kanallarla bahçeye su desteği sağlanmış. Gizliliği sağlamak için bahçe 500×225 metre  ebatlarında yüksek, sağlam duvarlarla çevrilmiş.

Vezir Han Cami

Şah Cihan’ın tabibi ve ünlü veziri, genellikle Vezir Han diye bilinen, Hekim
İlm-ud-Din Ansari tarafından 1634’te inşa edilmiş. Geniş bahçe kapısı, görkemli 4 sekizgen biçimdeki minareleri ve eşsiz mozaik süslemeleri eserin ihtişamını daha da artırmış.

Badşahi Mescid

1673-1674’te Hükümdar Evrengzib tarafından inşa ettirilmiş. Kırmızı kum taşından yapılmış yüzeyi ak mermer kakmalı çeşitli bitki ve geometrik desenlerle süslü. Avlusunun köşelerinde uzun sekizgen biçiminde kuleleri ve dört küçük minaresi var. İbadet bölümünün üç geniş mermer kubbesi bulunur. Heybetli görüntüsüyle Babürlü devri mimari özelliklerini sergilemekte.

Moti Mescid (İnci Camii)

Hükümdar Cihangir döneminde inşa edilmiş.

Meryem Zamani camii

Hükümdar Cihangir’in annesi Meryem-uz Zamani (Zamanın Meryemi) tarafından  inşa ettirilmiş.




Dekkan

Güney Hindistan’ın Dekkan bölgesindeki Türk-Müslüman egemenliği özerk hanedan sultanlıkları şeklinde yüzyıllar boyu devam etmiş. Bunun sonucunda bu bölgede Türk mimarı özelliğini taşıyan birçok yapılar inşa edilmiş. Golkonda kalesinin içinde Aslanhana (silah deposu), Gasılhana (ölülerin yıkandığı yer), Nagina Bagh (çiçek bahçesi), Su Kanalları, Divan-ı Has (Üst Meclis), Divan- Âm (Halk Meclisi) ile İbrahim Kulu Kutub Şah adına cami (1580), Mekke (Macca) Darvaza, Fateh Sihri, Moti Darvaza, Naya Kila Darvaza, Patançetu Darvaza, Brahmi Darvaza isimlerinde devasa büyüklükte kapılar inşa edilmiş.

Türbeler

1600-1700 yılları arasında hüküm süren Sultan Muhammed Kulu ile Abdullah Kutub Şahi ve diğer Kutub Şahi hükümdarları ve hanedan mensuplarına ait Golkonda kalesi yakınlarında İbrahim Bagh (Bağ) adında geniş bir bahçe içinde tamamen doğu ve Türk mimari stiline uygun inşa edilmiş. Türk-Müslüman zaferinin ve büyüklüğünün yaşayan abideleri olarak karşımıza çıkmakta. Türbelerin genel planı kare şeklindeki gövdenin üzerine oturtulmuş yuvarlak kubbe şeklinde. Kubbelerin kenarlarına lotus yaprakları işlenmiş. Zeminde dört tarafı çevreleyen sütunlar var.

Haydarabad

Haydarabad şehrinin inşaatına Muhammed Kulu Kutub Şah’ın döneminde 1591 de başlanmış 1612 yılında tamamlanmış. Günümüzde Hindistan’ın Telengana eyaleti içerisinde.

Mekke Mescid

Hindistan’ın en büyük camilerinden biri. Kırmızı renkli kesme taştan yapılmış.  Sultan Muhammed Kulu Kutub Şah  (1580-1611) döneminde yapımına başlanmış, 1693 yılında Babür Hükümdarı Evrengzib tarafından tamamlanmış. Cami, Şah Cihan döneminin mimari özelliğini taşımakta. Caminin yanında 1724’de iktidarı ele geçiren Haydarabad nizamlarından Asaf Cahi sülalesine ait türbeler var.

Charminar

Cahar Minar, Çarminar, Dört Minare. Sultan Muhammed Kulu Kutub Şah döneminde 1591-1594 arasında inşa edilmiş anıt ve dört minareli camii.

Bibi-ka Makbara Türbesi

Halanın Kabri. Avrangabad’da Şah Cihan’dan sonra Hükümdar olan Evrengizib’in oğlu Azam Şah tarafından 1679’da annesi Rabia-ud-Durrani (Dilras Banu Begüm) için inşa ettirilmiş. Bu yapı Tac Mahal’in küçük bir kopyası. O yüzden Dekkan’ın Tacı da denir. Beyaz mermerden, sekizgen şekilli, dört köşesinde dört minaresi olan türbenin ihtişamlı ve zarif bir görünümü var.

Peşaver

Balahisar kalesi
Hükümdar Babür 16. yüzyılda inşa ettirmiş.

Mahabbet Han Cami

Peşaver yöneticisi Mahabbet Han için 1634’de Hükümdar Şah Cihan döneminde inşa edilmiş. Eser Babürlü devrinin güçlü karakteristik yapılarından sayılır.

Bicaypur

Hindistan’da Dekan bölgesinin batısında bulunan Bicaypur’da (Bicapur) 1490–1686 Adilşahlar (Bicapur Hanedanlığı) hüküm sürmüştür.  XVII. yüzyıla kadar 1600 adet cami inşa edilmiş. Bu dönemde şehrin nüfusu bir milyondu. 1686’da Evrengzib’in şehri ele geçirmesiyle Adilşahlar dönemi sona ermiş. 1883 yılında İngilizler Bicaypur’u askeri karargah yapmışlar. Şehirde bulunan bazı yapılar:
Camii Mescid. (1576) değişik planlı ve pencereleri oymalı, Hindistan’da bulunan en güzel camilerden biri.
Mihtar Mahal. Küçük bir cami.
Calamandir. Nefis bir su köşkü.

Caunpur

Kuzey Hindistan’da Uttar Pradeş eyaletinde Benares (Vanarasi) yakınlarında yer alır. Delhi ile Bengal sultanlıkları arasında 1394-1479 yıllarında burada Caunpur Sultanlığı hüküm sürmüştür.  
İbrahim Naib Barbak Camii. Kale içinde. 1377 yılında tamamlanmış.
Atala Camii. 1408 yılında inşa edilmiş.
Camii Mescid ve Küçük Lâl Darvaza Camii. 15-16. yüzyıl eserleri.

Ahmedabad

Hindistan’ın Gujarat eyâletinde  Bombay’ın kuzeyinde Sabarmati Nehri civarında yer alır.  Hindistan’ın Dekken bölgesinde Müslüman-Türk Hanedanlığı olan Behmenilerin Sultanı Ahmed Şah tarafından 1411 yılında kurulmuş.
Ahmedabad Camii Mescid
Yapımı 1411 yılına rastlayan Ahmedabad Camii Mescid’de Hindu karakteri hakim. 260 tane ince sütunun üzerinde 15 tane simetrik şekilde düzenlenmiş kubbeler bulunur. Caminin içinin aydınlanması iklime uygun olacak şekilde ustalıkla düzenlenmiş.
Hilâl Han Kazı Camii
Ahmedabad yakınında Dholka’da  1333 de inşa edilmiş.

Mandu

Hindistan’ın orta batısında yer alan Malwa bölgesinin eski başkenti.

Cuma Camii Mescidi

1454 yılında tamamlanan Camii Mescid İskoç Mimar Fergusson’a göre “büyüklüğü ve güçlü görünümü ile Hindistan’da bulunan örneklerin en üstünü”. Hindu etkisinden uzak tamamen Türk-Müslüman sanat eseri.

Hûşeng Şah Gūrî Türbesi

Hint-İslâm türbelerinin en değişik örneklerinden olup kare plan üzerine inşa edilerek geniş ve yüksek bir kubbeyle örtülmüş. Kubbenin kenarlarında bulunan saçağın dört tarafında dört küçük kubbe yer alır.

Cehâz Mahal Sarayı

1460 tarihli olduğu sanılan saray iki göl arasında yer alır ve dar uzun planıyla dikkat çeker. Sırlı çinileri ve alçı süslemeleriyle ön plana çıkan sarayın değişik çatı örtüleri gösteren sütunlu açık köşkleri de binanın içinde bulunduğu tabiat çevresiyle uyum halinde.

Bahçeler

Hint-Alt Kıtasında Babürlü yönetimi süresince tüm hükümdarlar mevcut bağ ve bahçelerin  geliştirilmesine ve bulundukları her yerde yeni bahçelerin kurulmasına çok özen göstermişler. Bu  faaliyetlerinde de estetikten oldukça yararlanmışlar. Hükümdar Ekber döneminden başlayarak bu alanda belirgin  bir gelişme kaydedilmiş. Hindistan’da bolca çiçek bulunmasına karşın Avrupa ve İran’da yetişen ender  çiçekler istetilerek yeni kurulan bahçelerde yetişmelerini sağlamışlar. Özellikle Ekber döneminde  pek çok yeni bahçe kurdurtulmuş. Cihangir ve karısı Nur Cihan bahçe yapımına çok ilgi duymuşlar.
Bizzat Cihangir’in emirleriyle inşa edilen Lahor’daki Dilkuşa Bahçesi ve Badami Bahçe Babürlü devri ünlü bahçelerinden. Şah Cihan döneminde de bu faaliyetler devam ettirildi ve ünlü Şalamar bahçeleri bu dönemde yaptırtıldı. Şalamar adında Lahor, Delhi ve Keşmir’de (Sirinagar) üç bahçe var.

Achabal Bahçesi
İslamabad’a yaklaşık 7 mil uzaklıktaki Achabal kaynağının olduğu yerde 3 kademeli olarak inşa edilmiş. Dağların arasından akan kaynak suyunun sağlığa faydası dönemin ünlü tabiplerince kabul edilmiş. 80’e yakın fıskiyenin bulunduğu bahçede sayısız meyve ağaçları  dikili. Çınar ağaçları sırası diğer Türk bahçelerinde olduğu gibi burayı da görkemli kılmış. Bahçedeki yapılardan ayakta kalan harem odaları şimdi harap durumda.

Diğerleri

Acmer camii ve minareleri
1200 yılında yapımına başlanan ve İltutmuş zamanında bitirilen Racasthan eyaletinde Acmer’de Hindistan’daki en eski camilerden biri olan Acmer Büyük Camii’nin günümüzde kalıntıları.

Acmer Çeşme-i Nur

Cihangir zamanında yapıldı. Mimari ve manzarayı uyumlu bir şekilde birleştirme yeteneğinin en iyi örneği
Cuma Camii Mescid. 1325 de yapıldı. Hindistan’ın Gujarat eyaletinde Cambay’da (yeni adı Khambat).

Bengal

Hint yarımadasının doğusunda Bengal Körfezinin en üst ucunda yer alır.
Adina (Adine) Cuma Mescidi. Bengal Sultanı I. İskender Şah tarafından Bengal’in Gaur bölgesinde Pandua yakınında 1373 de yaptırılmış. Depremler yüzünden harabe halinde.
Sâth Kümbet Camii
Bâgerhât’ta 1459 tarihinden önce Uluğ Şah Cihan tarafından inşa ettirildiği bilinmekte.






KAYNAK
https://bpakman.wordpress.com/


Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası