PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

5.2. İSLAMİYET YAYILIYOR

5.2. İSLAMİYET YAYILIYOR

Hz. Muhammed’e 610 yılında Allah tarafından Cebrail aracılığı ile ilk vahiy gönderilmiştir. Böylelikle Peygamberlik görevi başlamıştır. Mekke müşriklerinin çoğu, daha önceden Muhammed’ül-Emin (güvenilir) lakabını taktıkları Hz.Muhammed’in çağrısına, olumlu karşılık vermemiştir. Bunun temel sebebi Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği bu yeni dinin, müşriklerin mevcut durumlarında köklü değişikliklere sebep olmasıdır. İslam dini; Cahiliye Dönemi’nde gündelik yaşamın
bir parçası olan putlara tapma, falcılık-büyücülük, kan davaları, gasp, içki, zina, faiz ve kadınlara kötü muamele gibi birçok kötü alışkanlığı yasaklamıştır.Bu durum, cahiliye toplumundaki önderlerin tepkisini çekmiştir. İslam’ın ilk dönemlerinde kayıtsız kalma, alay etme şeklinde kendini gösteren tepkiler ilerleyen zamanlarda, Müslümanlara yönelik şiddete ve işkencelere dönüşmüştür. Müslümanlar ise yapılan bütün bu zulümlere aynı şekilde karşılık vermemişler ve Hz. Peygamber’in izniyle güvenli gördükleri yerlere hicretle yetinmişlerdir.

Hz. Muhammed, Müslümanlara hicret için müsaade etmesine rağmen kendisi Mekke’de kalarak İslamiyet’i yayma faaliyetlerine devam etmiştir. 620 yılında Medine’den Cahiliye Devri adetlerine göre hac vazifesini yapmak ve çevrede kurulan panayırlara katılmak için Mekke’ye gelen bazı kişilerle Akabe denilen mevkide görüşmüş ve onları İslam’a davet etmiştir. Bu kişiler İslam’ı kabul etmiş ve Hz. Peygamber’i koruyacaklarına dair biat (söz) vermiştir. Medine’ye dönen
bu kişiler burada İslam’ı yaymış ve yeni Müslüman olanlarla birlikte 621 ve 622 yıllarında aynı yerde iki kez daha Hz. Muhammed ile görüşmüştür. İslam tarihine bu görüşmeler Akabe Biatları olarak geçmiştir.

Mekkeli müşrikler, 622 yılında İslamiyet’in yayılmasını engellemek için Hz.Muhammed’i öldürmeye karar vermişlerdir. Bu durum Hz. Peygamber’e,
Cebrail tarafından vahiy yoluyla haber verilmiş ve hicrete hazırlanması emredilmiştir. Bundan sonra hazırlıklarını tamamlayan Hz. Muhammed, yanına Hz. Ebu Bekir’i de alarak Medine’ye hicret etmiştir.

İlk Toplumsal Sözleşme

Hz. Muhammed’in hicret ettiği dönemde, Arabistan genelinde olduğu gibi Medine’de de karışıklıklar vardır. Evs ile Hazrec isimli müşrik Arap kabilelerinin gerek kendi aralarında gerekse Yahudilerle yaşadıkları çekişmeler yaşamı zorlaştırmaktadır. Ayrıca Yahudilerin kendi içlerinde de çekişmeler yaşanmıştır.

Hz. Muhammed, Medine’de kabileciliğe ve toplum içindeki çatışmalara son vermek, Medine'ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanları, yerli halk ile kaynaştırarak bütün üstünlük iddialarını ortadan kaldırmak istemiştir. Bunun için
muhacir ve ensar arasında kardeşlik ilan etmiştir. Böylelikle bu kişilere toplum olma bilinci kazandırılarak birbirlerini kabullenmeleri sağlanmış; bilgi ve tecrübe paylaşımı, ortaklaşa iş yapma ve üretme anlayışı geliştirilmiştir.

Hz. Peygamber; Müslümanlar arasında birliği sağladıktan sonra Medine’de bulunan başka dinden insanları dışlamak, şehirden çıkarmak veya onlara husumet beslemek gibi bir tutum içine girmemiştir. Aksine bu topluluklarla İslam Devleti’nin ilk yazılı anlaşması olan Medine Sözleşmesi’ni imzalamıştır.

Medine Sözleşmesi, Medine toplumunu yeniden düzenleyen bir sistem oluşturmuştur. Toplumdaki bireylerin birbirleriyle ve yabancılarla olan ilişkileri, din ve vicdan hürriyeti, hak ve sorumlulukları belirli esaslara bağlanmıştır. Bir
antlaşma niteliğinde olan bu metin, şekil olarak günümüz anayasalarından
farklılıklar gösterse de içerik bakımından anayasal özellikler taşımaktadır. Sözleşmeyle hem bir devlet teşkil edilmiş hem de hükûmet otoritesi ve eğitim düzene sokulmuştur. Bu sözleşme, Medine’de dinî olduğu kadar siyasi bir birlik de meydana getirme amacıyla hazırlanmıştır. Sözleşme, ilk maddeden itibaren Müslümanlar ve gayrimüslimlerin Medine’ye bir saldırı olduğunda, birlikte
hareket etmesini karara bağlamıştır. Medine Sözleşmesi’yle vatandaşlara sosyal ve siyasal bir kimlik verilmiş, o çağda benzeri görülmeyen bir vatandaşlık
hakkı sunulmuştur. Gayrimüslimlere inanç ve fikir hürriyeti, mal ve can güvenliği sağlanmış ayrıca hile ve vefasızlık yasaklanmıştır. Baskının, zorbalığın, hukuksuzluğun, zulüm ve şiddetin hâkim olduğu o günkü ortamda bu sözleşme sosyal ve idari manada çok önemli bir gelişmedir. Medine Sözleşmesi, genel olarak yargı kurallarının titizlikle uygulanmasını temel almış; doğruluk, iyilik, adalet, yardımlaşma, istişare, barış ve dokunulmazlık gibi kavramları yürürlüğe
koymuştur. Çekişme, kötülük planlama, düşmanlık, zulüm ve haksızlık, bozgunculuk, suçluya yardım ve yataklık, cinayet işleme gibi suçlara yasaklar getirmiştir.

Medine Sözleşmesi (622)
1. Bu metin, Resulullah Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli Müslümanlar
ile bunlara tabi olanlar ve onlarla birlikte cihat edenler için düzenlenmiştir.
13. Allah’tan hakkıyla korkan müminler, birbirlerine saldıranlara, haksızlık yapanlara, bir hakka tecavüz edenlere veya inananlar arasında kargaşa çıkaranlara karşı olacaktır. Bu kimse onlardan birinin çocuğu bile olsa ona ayrıcalık tanınmayacaktır.
16. Yahudilerden, Müslümanlara tabi olanlar, zulme uğramayacaklar ve Müslümanlar aleyhinde iş birliği yapmadıkça yardım ve gözetime hak kazanacaklardır.
22. Bu sözleşmeyi kabul eden, Allah’a ve ahiret gününe inanan bir müminin bir katile yardım ve yataklık etmesi helal değildir. Kim ona yardım ve yataklık ederse Kıyamet günü, Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır ve o gün kendisinden bir tazminat ya da taviz kabul edilmeyecektir.
25. …Yahudilerin dinleri de Müslümanların dinleri de kendilerinedir! Kim bir başkasına haksızlık eder ya da bir suç islerse sadece kendine ve aile bireylerine
zarar vermiş olacaktır.
33. …Kurallara tam olarak uyulacak ve aykırı bir davranışta bulunulmayacaktır.
47. Bu belge, haksız bir fiil ya da suç isleyen kişinin cezalandırılmasına engel değildir. Cihad amacıyla evinden çıkan kişi de şehirde kalan kişi de emniyettedir. Ancak haksız bir fiil ya da suç işlenmesi durumu bu korumanın dışındadır. Allah ve Resulü, bu maddelere tam bir sadakat ve titizlikle uyan kimselerin yardımcısıdır (El-Mağlus, 2012, s.181-182’den düzenlenmiştir).

İslamiyet’in Varoluş Mücadelesi Hz. Peygamber’in Medine içerisinde birliği sağlama faaliyetleri, her ne kadar toplumsal barışı hedeflese de içeriden bazı
kimseler bu durumdan rahatsız olmuştur. Mekke müşriklerine haberler göndermişler, Kureyş müşrikleri de yazmış oldukları mektuplar ile Müslümanları yalnızlaştırmaya çalışmışlardır. Ayrıca Müslümanları zor durumda bırakmak için ekonomik ambargo uygulamaya başlamışlardır.

Bedir Savaşı (624)

Mekkeliler, içinde Medine’ye hicret eden Müslümanların mallarının da olduğu bir kervanı Şam’a göndermeye karar vermiştir. Bu ticaretten elde edecekleri gelir ile de Müslümanlarla savaşmayı amaçlamışlardır. Bunu öğrenen Müslümanlar, Şam
kervanının yolunu kesmek ve gözdağı vermek için sefer düzenlemiştir. Bedir Kuyuları önünde yapılan savaşı Müslümanlar kazanmıştır. Bedir Savaşı’nda elde edilen ganimetler, savaşa katılanlar arasında paylaştırılmıştır. Hz. Muhammed başta olmak üzere sahabelerin birçoğu esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasını savunmuştur. Esirlerin, fakir olup ödeme yapamayacak
olanlarından okuma yazma bilenler, on Müslümana okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılmıştır.

Uhud Savaşı (625)

Mekkeli müşrikler, Bedir Savaşı’nın intikamını almak ve Müslümanların denetimine geçen Suriye-Mısır ticaret yolunu tekrar ele geçirmek amacıyla
Mekkeliler üzerine harekete geçmiştir. Hz. Peygamber’in ordunun güvenliğini
sağlamak için Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdiği okçuların yerlerini terk etmesi nedeniyle Müslümanlar bozguna uğramıştır. Hz. Peygamber’in yaralandığı bu savaşta, Hz. Hamza şehit olmuştur. Savaş sonunda Mekkeli müşrikler tam bir galibiyet kazanamamış ve geri dönmüşlerdir.


Hendek Savaşı (627)

Mekkeli müşriklerin Müslümanları son yok etme çabası olan Hendek Savaşı, ismini Medine’nin etrafına hendek kazılarak savunma yapılmasından almıştır. Mekkeli müşriklerin Medine’ye yürümesi üzerine Hz. Muhammed çevresindekilerle
istişare yapmıştır. Bunun sonucunda Medine etrafına derin bir hendek kazılarak şehir savunması yapılmasına karar verilmiştir. Müşriklerin kuşatması şiddetli bir fırtına nedeniyle sona ermiş ve müşrikler kuşatmayı kaldırıp Mekke'ye geri dönmüşlerdir.


Hudeybiye Antlaşması (628)

Mekke'den Medine'ye hicret eden Müslümanlar hem memleket özlemini gidermek hem de Kâbe'yi tavaf ederek umre ibadetlerini yapmak istemiştir. Hz.Peygamber’in de bu yönde karar vermesiyle Müslümanlar yola çıkmıştır.
Mekke'ye 17 km uzaklıktaki Hudeybiye mevkinde Müslümanlar konaklamıştır. Müşrikler ise Müslümanları Mekke'ye sokmamak için kendi aralarında sözleşip tedbirler almıştır. Hz.Peygamber geliş amaçlarını bildirmek için Hz. Osman’ı elçi
olarak göndermiştir. Fakat Hz. Osman, Mekke'de esir edilmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yanındaki sahabelerden Mekkelilere karşı koymak ve Hz. Osman’ı kurtarmak için biat almıştır. Durumun ciddiyetini anlayan Mekkeliler gönderdikleri bir elçi vasıtası ile Hudeybiye Antlaşması’nı yaptılar. Bu antlaşmaya
göre Müslümanlar, o yıl Mekke'ye giremeyecek ve umre yapamayacaktır. Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecektir.

Antlaşma her ne kadar Müslümanların aleyhine görülse de sonraki dönemlerde bunun böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu antlaşma sonucunda Kureyş ittifakı parçalanmış, İslam’ın yayılması hızlanmış ve birkaç sene içerisinde neredeyse Arap Yarımadası’nın tamamına Müslümanlar hâkim olmuştur. Ayrıca Mekkeliler, Hudeybiye Antlaşması ile Müslümanları resmen tanımıştır.

Hayber’in Fethi (629)

Yahudiler, Şam ticaret yolunu tehdit edip Müslüman ticaret kervanlarına zarar vermeye ve Mekkeli müşrikleri Müslümanlara karşı kışkırtmaya devam etmekteydi. Bunun üzerine Hz.Peygamber, Yahudilerin bulunduğu Hayber üzerine bir sefer düzenledi. Kale kuşatılarak kısa sürede ele geçirildi. Bu zaferle Şam ticaret yolunun güvenliği sağlandı.


Mute Savaşı (629)

Hz. Muhammed çevre ülke ve hükümdarlara elçiler veya mektuplar göndererek onları da İslam’a davet etmiştir. Hristiyan Gassanilere de bu dönemde bir elçi
gönderilmiş fakat elçi, Gassani valisi tarafından öldürülmüştür. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir ordu hazırlayarak bölgeye sevk etti. Gassani hükümdarı, Bizans’tan yardım istedi. Bölgeye gelen Bizans ordusu ile Müslümanlar arasında bir savaş yapıldı. Bu savaş sonucunda İslam ordusunun sayıca kendisinden çok fazla olan Bizans ordusuyla mücadele edebilecek seviyeye geldiği görüldü. Mute savaşı Müslümanlarla Bizans arasındaki ilk savaştır.

Mekke’nin Fethi (630)

Hudeybiye Antlaşması gereği taraflar birbirlerinin müttefiklerine saldırmayacaktır. Fakat Mekkeli müşrikler, bu antlaşmaya sadık kalmamışlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber ordusuyla Mekke üzerine yürümüştür. Şehre giren Müslüman birlikler, ciddi bir direniş ile karşılaşmamış ve kısa sürede kan akıtılmadan fetih tamamlanmıştır. Her zaman barışçıl bir siyaset izleyen Hz. Peygamber, ilk olarak genel af ilan etmiş, kimsenin malına dokunulmamış ve esirler serbest bırakılmıştır. Mekke’nin Fethi ile birlikte Kureyş müşriklerinin Hz. Peygamber
ve Müslümanlara karşı olan düşmanlığı sona ermiş, Hicaz Bölgesi’nde İslam’ın yayılışının önündeki engeller ortadan kalkmıştır.


Osman bin Talhâ ve Kâbe’nin anahtarı
Osman b. Talha, Mekke’de Kâbe’nin bakımı ile görevliydi. Sülalesi, Cahiliye Devri’nde Kâbe’nin kapı anahtarını taşırdı. Hz. Peygamber, Osman bin Talha’yı birçok defa İslam’a davet etmiş fakat olumsuz yanıt almıştı. Hatta bir keresinde
Hz. Peygamber, iman edenlerle birlikte Kâbe’ye girmek istemiş, Osman bin Talha sert davranarak onları Kâbe’ye sokmamıştı. Müşriklerin yanında Uhud Savaşı’na da katılan Osman bin Talha’nın babası, kardeşleri ve akrabaları bu savaşta öldürülünce, Kâbe’deki vazifesini tek başına sürdürmeye devam etmiştir. Mekke fethedildikten sonra Hz. Peygamber, Osman bin Talha’yı
yanına çağırdı. Birlikte Kâbe’ye girdiler ve Hz. Peygamber iki rekât namaz kıldı. Kâbe’den çıkarken “Allah, size emanetleri ehline vermenizi emreder.” anlamına gelen ayeti okuyan Hz.Peygamber, Kâbe’nin anahtarlarını Osman bin Talha’ya verdi. Ona: “Ey Ebû Talhâ evlâdı! Atalarınızdan kalma olan emaneti sizde payidar ve baki olmak üzere alınız. Bunu zalim olmaksızın hiçbir kimse sizden alamaz.” dedi. O günden itibaren Kâbe’nin bakımı vazifesi, Osmanlı Devleti’nin
sonuna kadar Osman bin Talhâ’nın sülalesinde kalmıştır (Efendioğlu, 2007, s.475’ten düzenlenmiştir).    

Hz. Muhammed; şehrin fethinden sonra kendisi bir çadırda konaklamış, eski evine gidip konaklamasını söyleyenlere ise Medine’ye hicretinden sonra evinin müşrikler tarafından satıldığını söyleyerek bir evinin bulunmadığını söylemiştir. Muzaffer bir kumandan ve şehrin fatihi olmasına rağmen eski evini
zorla geri almamıştır.
BİLİYOR MUSUNUZ?

Huneyn Seferi (630)

Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethi üzerine Taifliler, putperest diğer kabileler ile birleşerek büyük bir ordu hazırlamıştır. Hz. Peygamber, Huneyn’de toplanmış olan bu ordu üzerine sefere çıkmıştır. Yapılan savaşta müşrikler yenilgiye uğratılmıştır. Bu zaferle Arap Yarımadası’ndaki son putperest tehdit de ortadan kalkmıştır.


Taif Seferi (630)

Huneyn Savaşı’nda Taiflilerin müşriklere yardım etmesi üzerine Hz. Muhammed, Taif üzerine sefer düzenlemiştir. Fakat şehrin surlarla çevrili olması ve Taiflilerin şiddetli direnişleri nedeniyle şehir fethedilememiştir. Yapılan mücadelelerden
yıpranan Taifliler ertesi sene Hz. Peygamber’e elçiler göndererek İslamiyeti
kabul etmiştir.


Tebük Seferi (631)

Bizans’ın Arabistan üzerine büyük bir sefer düzenleyeceği haberleri üzerine Hz.
Muhammed ordusuyla sefere çıkmıştır. Fakat Tebük mevkine gelindiğinde haberin asılsız olduğu öğrenilmiştir. İslam ordusu savaş yapmadan geridönmüştür. Arabistan dışına yapılan ilk sefer olma özelliği gösteren Tebük Seferi sırasında bölgede birçok kabile Müslümanlığı kabul etmiştir.

Hz. Muhammed, vefatına kadar Medine’de yaşamıştır. Vefat etmeden önce yapmış olduğu Hac ibadeti sırasında tüm insanlığa seslendiği Veda Hutbesi’ni okumuştur. Hz. Muhammed 632 yılında Medine’de vefat etmiş, cenazesi kendi evine defnedilmiş ve burası günümüzde de Mescid-i Nebevi’nin içerisindeki
Ravza-i Mutahhara olarak adlandırılmıştır.
BİLİYOR MUSUNUZ?



Veda Hutbesi
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir.

Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!

Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.

Cahiliye Dönemi’nde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib’in torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.

Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.

Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamber’inin sünnetidir.

Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.

Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allah’ın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı Hakk bu gibi insanların ne tövbelerini ne de adalet ve şahitliklerini kabul eder.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.

Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar “La ilahe illallah” deyinceye kadar onlarla cihat etmek üzere emir olundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir (El-Mağlus, 2012, s.388’den düzenlenmiştir).



Dört Halife Dönemi (632-661)

Hz. Peygamber, İslam’ı tebliğe devam ederken Müslümanların dünyevi işlerini de düzene koymuştur. İslam Devleti’nin devlet başkanlığı ve ordu kumandanlığı görevlerini de üstlenen Hz. Muhammed’in vefatıyla İslam Devleti’nin başkanının kim olacağı sorunu gündeme gelmiştir. Çünkü Hz. Peygamber, kendisinden sonra kimin devlet başkanı olacağını söylememiş, seçimi Müslümanlara bırakmıştır.
632 yılında Hz. Peygamber’in vefatının ardından yapılan görüşmeler neticesinde, Hz. Ebu Bekir halife seçilmiş ve halk ona biat etmiştir.

Hilafet’in kelime anlamı “birinin yerine geçmek, birinin ardından gelmek veya gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” demektir. Terim olarak ise İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. İslam Devleti’nin başkanına ise “Halife” denir.
BİLİYOR MUSUNUZ?

Dört Halife Dönemi’nde, Müslümanlar için stratejik önemi bulunan, kültür ve medeniyeti ile İslam toplumuna yararlar sağlayacağı düşünülen ülkeler ve bölgelerin fetihleri amaçlanmıştır. Ayrıca Müslüman toplum için tehdit veya İslam’ın yayılışına engel oluşturan bölgelere de askerî seferler yapılmıştır.
Bu bölgelerin bir kısmı savaşılarak bir kısmı da barışçı yollarla fethedilmiştir. Yapılan fetihler sonrasında insanlara din ve ibadet hürriyeti tanınmış, zorla İslamlaştırma politikası takip edilmemiştir. Bunun sonucunda birçok bölgede
Müslümanların hâkimiyetinin kalkmasına rağmen insanlar eski dinlerine dönmemiştir.

Hz. Ebu Bekir’in halifeliğin ilk zamanlarında İslam Devleti içerisinde karışıklıklar yaşanmıştır. İslam’dan dönerek devlete isyan eden kabilelerle Ridde Savaşları’nı yapan Hz. Ebu Bekir, bu kişi ve kabilelere karşı uzun süre mücadele etmiş
ve hepsini itaat altına alarak ülke içerisinde birlik ve düzeni sağlamıştır.
Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde Arabistan toprakları dışına seferler düzenlenmiştir. Suriye’nin fethi sırasında Bizans’la 634 yılında yapılan Ecnâdeyn Savaşı ile Suriye kapıları Müslümanlara açılmıştır.

Hz. Ebu Bekir’in 634 yılında vefatından sonra Hz. Ömer halife seçilmiştir. Onun dönemi, fetihlerin yoğunlaştığı bir dönemdir. 636 yılındaki Yermük Savaşı ile Suriye ve Filistin coğrafyasının önemli şehirleri ele geçirilmiş ve 640 yılında bütün Suriye coğrafyası fethedilmiştir. Ardından Amr bin As komutasındaki İslam orduları Filistin’in fethini tamamlamak için Kudüs’ü kuşatmıştır. Kudüs patriği Hz. Ömer’le görüşerek şehrin anah tarını teslim etmiştir. Hz. Ömer, Yahudi ve Hristiyanlara can güvenliği ve din serbestliği tanımıştır.

Hz. Ömer Dönemi’nde, İran’a hâkim olan Sasaniler üzerine bir ordu gönderildi. Fakat bu ordu İran ordusuna Köprü Savaşı diye bilinen savaşta yenildi. Bu savaştan sonra 636 yılında Kâdisiye, bir yıl sonra Celûlâ ve 642’de Nihâvend Savaşları sonucunda Irak ve İran toprakları fethedildi. Müslümanlar, Hz. Ömer Dönemi’nde Horasan’a kadar olan bölgeyi fethetti ve Türklerle komşu oldu. Buradan Azerbaycan bölgesine ilerleyen İslam ordusu Kafkas Dağları ve Hazar
Denizi’ne kadar olan bölgeleri ele geçirdi. Bunların yanı sıra kuzey Afrika yönünde de seferler yapılmış ve Amr bin As komutasındaki ordular, Mısır’ı fethetmiştir. Ayrıca Kahire yakınlarında Fustat adı verilen “ordugâh şehir” kurularak burası
Kuzey Afrika’ya yapılacak seferler için üs hâline getirildi. Bundan sonra da Mısır 642 yılında İskenderiye’nin fethi ile tamamen Müslümanların eline geçti.

Hz. Ömer, 644 yılında İranlı bir köle tarafından şehit edilmiştir. Onun vefatının ardından oluşturulan şûra tarafından Hz.Osman halife seçilmiştir. Hz. Osman zamanında Horasan ve Azerbaycan ele geçirilerek İslam hâkimiyeti Gürcistan ve Dağıstan’a kadar genişletildi. Bu dönemde Hazarlarla yapılan mücadeleler, onların İslam’a girmelerine mâni oldu. Diğer taraftan Suriye Valisi Muaviye,
Anadolu’da Kayseri’ye kadar sefer düzenlemiş ve kurulan donanma ile 649’da Kıbrıs’ı fethetmiştir. Bu donanma Doğu Roma ile savaşarak Zâtü’s-savârî denilen ilk deniz zaferini kazanmıştır. Hz. Osman Dönemi’nde Kuzey Afrika topraklarına
da seferler yapılarak Tunus ele geçirilmiştir. Bundan sonra Kuzey Afrika’da yoğun olarak yaşayan Berberiler arasında İslam hızla yayılmıştır.

Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından, Hz. Ali iç karışıklıkların yaşandığı, İslam Devleti’nin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir ortamda halife seçilmiştir. Bu nedenle onun halifelik süreci fetihlerden çok İslam toplumu içerisindeki karışıklıklarla mücadele edilen bir dönem olmuştur. Dört Halife Devri’nde sadece siyasi gelişmeler ve fetihler yaşanmamış, İslam devletinin kurumları da geliştirilmiştir. Ayrıca İslami kuralların kalıcı hâle getirilmesi için kültürel çalışmalar yapılmıştır.

Kültürel çalışmaların ilki Kur’an’ın kitap hâline getirilmesidir. Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde birçok hafız şehit olunca unutulmasını engellemek için Hz. Ebu Bekir ayetleri bir araya toplatmış ve Kur’an-ı Kerim kitap hâline getirilmiştir. Böylelikle
Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar eksiksiz ve bozulmadan gelmesi sağlanmıştır. Hz. Ömer’in halifelik dönemi İslam Devleti’nin teşkilatlandığı dönem olmuştur. Bu dönemde İslam ülkesinin sınırlarının genişlemesine bağlı olarak siyasi hâkimiyet alanı büyümüş ve nüfus artmıştır. Bunun üzerine ülke toprakları yönetim
birimlerine ayrılarak illere valiler atanmıştır. Toplanan vergiler sistemli hâle getirilmiş ve İslam Devleti’nin hazinesi yani Beytü’l-mâl oluşturulmuştur.

Hz. Ömer zamanında askerî alanda da düzenlemeler yapılmıştır. İslam tarihinde ilk düzenli ordu ve ordugâh şehirler kurulmuştur. Askerî ikta sisteminin temelleri atılarak fethedilen topraklar daha verimli kullanılmaya başlanmıştır. Hz.Ömer Dönemi’nde, orduların durumunu yakından takip etmek ve merkezle taşra irtibatını sağlayabilmek için posta evleri inşa edilmiştir. Fethedilen yerlerde İslam’ın tam anlamıyla yerleşmesi için Arabistan’ın çeşitli yerlerinden getirilen aileler buralara yerleştirilmiştir. Basra, Kûfe gibi yeni şehirler kurulmuştur.
Hz. Ömer, eğitim ve öğretime önem vermiş ve fetihlerle genişleyen topraklarda okullar açarak bu okullara görevliler tayin etmiştir. Hz. Ömer zamanında Hicret (622) başlangıç kabul edilerek ilk hicrî takvim düzenlenmiştir.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından, Hz. Ali iç karışıklıkların yaşandığı, İslam Devleti’nin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir ortamda halife seçilmiştir. Bu nedenle onun halifelik süreci fetihlerden çok İslam toplumu içerisindeki karışıklıklarla mücadele edilen bir dönem olmuştur.

Dört Halife Devri’nde sadece siyasi gelişmeler ve fetihler yaşanmamış, İslam devletinin kurumları da geliştirilmiştir. Ayrıca İslami kuralların kalıcı hâle getirilmesi için kültürel çalışmalar yapılmıştır.

Hz. Osman Devri’nde Kur’an nüshası çoğaltılmış diğer İslam ülkelerine gönderilmiştir. Hz. Osman Dönemi’nde ayrıca İslamiyet’in Orta Asya’ya yayılmasını sağlamak için Horasan Valiliği oluşturulmuştur.

Dört Halife Devri’nde yapılan fetihler ve oluşturulan kurumlar Müslüman topluma maddi ve manevi önemli faydalar sağlamış, İslam kültür ve düşüncesinin oluşmasında yeni medeniyetin teşekkülünde etkili olmuştur.


İslam Dünyasında İlk Ayrılıklar

Hz. Osman Dönemi’nde fetih hareketlerinin yavaşlamasıyla ekonomik ve sosyal sorunların baş gösterdiği karışıklıklar dönemi başlamıştır. Hz. Osman Dönemi’nde, İslam Devleti’nin Medine'den uzak bölgelerdeki askerî harekâtı çok masraflı ve sıkıntılı olmuştur. Fethedilen bölgelerin imar, iskân, eğitim ve
diğer masraflarına da hazineden ciddi miktarlar harcanmıştır. Ekonomik sıkıntıları ortadan kaldırmak isteyen Hz. Osman, Hz. Ömer zamanında halka bağlanan maaşları kesmek zorunda kalmıştır. Birçok insanın etkilendiği ve devlete karşı tavır aldığı bu durum, bir süre sonra Cahiliye Dönemi’ndeki kabilecilik anlayışını tekrar gün yüzüne çıkarmıştır. Bunlara ilave olarak Hz. Osman’ın yapmış olduğu tayinlerde, kendi kabilesi ve ileride Emeviler Devleti’ni kuracak olan Ümeyyeoğullarına ayrıcalık tanıdığı iddiaları halkta tepkileri artırmıştır. Sonuçta
Kûfe ve Mısır bölgelerinde isyanlar çıkmaya başladı. İsyanın elebaşları Medine'ye gelerek Hz. Osman’ı, Kur’an  okuduğu bir esnada evinde şehit etmiştir. Bu
isyan ve sonrasında işlenen cinayet ile Müslüman toplum içerisinde ilk fitne hareketi başlamıştır. Hz. Osman’dan sonra halife seçilen Hz. Ali, kendini iç karışıklıkların içinde bulmuştur. İlk icraat olarak Hz. Osman zamanındaki olaylara sebep olduklarını düşündüğü valileri görevlerinden alıp yerlerine yenilerini atamıştır. Fakat görevden alınan bu valiler, Hz. Osman’ın katillerinin bulunarak
cezalandırılmamasını bahane ederek Hz. Ali’ye muhalif bir grup oluşturmuştur. Hz. Osman’ın isyancılar grubu tarafından öldürülmüş olması, katillerin bir an önce bulunup cezalandırılmasını zorlaştırmıştır. Hz. Ali böylesine nazik bir dönemde ani ve keskin kararlar vermek istememiş, suçlu ile suçsuz tam ayırt edilmeden verilecek kararlarda masum insanların da zarar görebileceğini ve İslam Devleti içinde parçalanmaların yaşanabileceğini söylemiştir. Bunun için de suçluları cezalandırma konusunda acele etmemiş ve titiz davranmıştır. Hz. Peygamber’in eşi Hz. Ayşe ve çevresindekiler, Hz. Osman’ın katillerinin bir an önce bulunup cezalandırılmasını ve Müslümanların içinde bulundukları kargaşa ortamından kurtulmasını istemiştir.

Sahabelerden bir kısmı Hz. Ayşe’nin safına geçerek bir güç oluşturmuştur. Hz. Ali, oluşturduğu kuvvetle Hz. Ayşe ve ordusunun peşinden Kûfe’ye gitmiştir. Burada yapılan görüşmelerde Hz. Osman’ın katillerinin bulunması konusunda anlaşma sağlanmıştır. Özellikle iki taraf da karşıdakiler saldırmadan bir savaşa tutuşmama kararı almıştır.

Fakat Hz. Osman’ın katledilmesinden sorumlu olanlar, kendilerinin cezalandırılacağını anlamış ve beklenmedik bir anda saldırıya geçerek savaşı başlatmışlardır. Her ne kadar Hz. Ali ve Hz. Ayşe savaşı durdurmaya çalışmışsa da başarılı olamamışlardır. Mücadelede Hz. Ali taraftarları üstün gelmiş ve
Hz. Ayşe savaştan sonra Medine'ye gönderilmiştir. Ancak Hz. Ali Medine'ye dönmemiş ve devletin merkezini Kûfe yapmıştır. Hz. Ayşe’nin devesinin etrafında cereyan etmesi dolayısıyla bu savaşa İslam tarihinde “Cemel (Deve) Vakası” denmiştir.

Bu olaydan sonra Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin bulunmamasını gerekçe göstererek ayaklandı. Ayaklanmayı bastırmak için Hz. Ali, Kûfe’den hareket ederek Sıffin Ovası’na geldi. Burada meydana gelen savaşta Hz. Ali’nin kuvvetleri, Muaviye’nin kuvvetlerine üstünlük sağladı. Bu esnada Amr bin As’ın tavsiyesi ile Muaviye bir savaş hilesine başvurdu.

Mızraklarının uçlarına Kur’an sayfalarını takarak “Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım, aramızda Allah’ın kitabı hakem olsun!” diye bağırmaya başladılar. Bunun bir hile olduğunu anlayan Hz. Ali’nin tüm uyarılarına rağmen ordusundan birçok kişi savaşı bıraktı. Gelişmeler karşısında çaresiz kalan Hz. Ali, sorunun çözülmesi için hakem heyeti kurulmasını kabul etti. Hakemlerin görüşmeleri sonrasında
alınan karara uymayan Amr b. As, siyasi bir manevrayla halifeliği Muaviye’ye
verdiyse de Hz. Ali, buna razı olmamış ve mücadeleye devam etmişti.
Sıffin Savaşı’ndan sonra hakem tayin edilmesini kabul etmeyip Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan üçüncü bir grup daha ortaya çıkmıştır. Bunlar, İslam Devleti adına büyük bir sorun oluşturan Haricilerdir. Böylece İslam toplumu üç gruba ayrıldı. Bu olaylardan kısa süre sonra Haricilerden bir kişi, Hz. Ali’yi sabah namazını kıldığı sırada şehit etti.




Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası